Ebu
Bekr bin Ebu Vefa Halep bölgesinde yetişen velîlerden. Hayâtı hakkında fazla bilgi yoktur. Doğum yeri ve târihi belli değildir. Babası Halep'te bir câmide müezzinlik yapan sâlih bir zât idi. Zamânın âlimlerinden ve velîlerinden ders alarak kemâle geldi. Küçük-büyük herkese Allahü teâlânın rızâsı için nasihat etmeye başladı. Âlimlerden, sâlihlerden ve devlet adamlarından birçoğu sohbetlerine gelirdi. Bir ara Şam'a gitti. Orada Muhammed Zağbî ile görüştü. Muhammed Zağbî, dünyâ sevgisini kalbinden çıkarmasını tavsiye etti. O da dünyâlık neyi varsa fakirlere dağıttı. Sohbetlerinde birçok talebe yetişti. Halep âlimlerinden Şeyh Ömer Faradî, talebeleri ile mantık ilmini anlatan Şerhüşşemsiye isimli kitabı okutuyordu. Mevzû karışık hükümler olup, mantık ilminin en zor konularından idi. Şeyh Ömer bir yere gelince durakladı, uzun müddet düşündü. Sonra talebelerine; "Birlikte Şeyh Ebû Bekr'in ziyâretine gidelim de gönlümüz, zihnimiz açılsın." dedi. Talebeleri ile berâber Şeyh Ebû Bekr'in huzûruna gitti. Şeyh Ömer daha bir şey sormadan Şeyh Ebû Bekr bir şeyler anlatmaya başladı. Şeyh Ömer başı önünde anlatılanları dinledi. Şeyh Ebû Bekr'in konuşması bitince, Şeyh Ömer talebeleri ile berâber medreseye döndü. Talebelerine; "Şeyhin anlattıklarını anladınız mı?" diye sordu. Talebeler anlamadık deyince; "Şeyh Ebû Bekr bana takıldığımız dersi anlattı. Karışık kâidelerin şekillerini açıkladı." dedikten sonra onun anlattıklarını talebelerine îzâh etti. Bir gün Şeyh Ebû Bekr dergâhda uyuyordu. Yanında bir zât vardı. O sırada bir seveni bir mikdar balmumu getirdi ve; "Bu, Şeyh Efendinindir." dedi. Şeyhin yanındaki şahıs, Şeyhe gelen mumu kimse görmeden ateşte ısıtıp yumuşattıktan sonra beline koydu. Biraz sonra Ebû Bekr Efendi uyandı. O zâta; "Elbisenin altındaki nedir?" diye sordu. O zât korkup, elbisesini açtı ve belinde bir yılanın sarılı olduğunu gördü. Büyük bir korku ile elbisesini çıkarıp attı. Bu sırada yılan mum olarak yere düştü. Bunun üzerine Şeyh; "Eğer onu alsaydın, seni sokardı." dedi. DOMUZ ÇOBANI Kilis beldesinden bir kadının oğlu
Frenk memleketinde esir düşmüştü. Kadın, Ebû Bekr Efendiye gelip
oğlunun kurtulması için duâ istedi. Ebû Bekr Efendi; -Demek ki oğlunun kurtulmasını istiyorsun? Öyleyse bana pirinç ile bir tavuk pişir getir, dedi. Kadın, pirinç ile bir tavuğu güzelce
pişirip, getirdi. Ebû Bekr Efendi; "Kızıl Hamûr!" diye
seslendi. Yanına kızıl bir köpek geldi. Tavuğu onun önüne atıp; - Ye! dedi. Köpek tavuğu yedi. Kadın bunu görünce,
özen göstererek hazırladığı yemeğin köpeğe verilmesine üzüldü. Köpek
tavuğu bitirince, Ebû Bekr Efendi, asâsiyle işâret ederek; - Haydi şimdi git! dedi. Köpek dağlara doğru hızla gitti.
Aradan bir süre geçince Ebû Bekr Efendi kadına; - Evine dön! buyurdu. Kadın evine gidince oğlunun kapı
önünde durduğunu gördü. Nasıl kurtulduğunu sordu. O da: - Frenk memleketinde esirdim. Onlar
beni domuz çobanı yaptılar. Domuzların başında çobanlık yaparken,
kırmızı bir köpek gelip bana hücûm etti. Korkup kaçmaya başladım. Düşe
kalka kaçıyordum. Nihâyet düşüp bayıldım. Ayıldığımda kendimi Kilis
yakınlarında buldum, dedi. Akrabâları ve annesi çok sevinçli idi. Annesi bâzı hediyeler alıp, Şeyhin yanına gelmek için yola çıktı. Yolda talebeleri onu geri çevirerek, Şeyhin yanına girmesine izin vermediler. Çünkü Ebû Bekr Efendi bu sırrın yayılmasını istemiyordu. Ebû Bekr Efendi, 1583 (H.991) senesinde vefât etti. Namazı çok kalabalık bir cemâat tarafından kılındı. Vefât ettiğinde seksen yaşlarında idi. İri vücutlu, yuvarlak yüzlü, sevimli bir simâya sâhipti. İleri yaşlarında kuvvetli ve dipdiri idi. Talebelerini yalnız sözleri ile değil, halleri ve işleri ile de terbiye ederdi. Terbiyesi daha ziyâde hal ile olurdu. ALLAHÜ TEÂLÂDAN HAYÂ ETMİYOR MUSUN? Halep'te Şeyh Hâlid isminde bir zât vardı. Şeyh Ebû Bekr'in büyüklüğüne inanmazdı. Kendisi fakir olup, Ulvâniyye tarîkatı üzere câmide insanlara nasihat ederdi. Fakat Şeyh Ebû Bekr'in hallerini iyi görmez; "O, şerîate aykırı hareket ediyor, onun yanına gitmeyin." diye devamlı kötülerdi. Bir gün Haleb'e yeni bir vâli tâyin edildi. Vâli, Şeyh Hâlid'in vâzlarını ve iyi hallerini duyunca, onun ziyâretine gitti. Görüştüklerinde ona hâlini, ne ile geçindiğini sorunca, Şeyh Hâlid, serveti, bir maaşı olmadığını, sevenlerin, dostların yardımı ile geçindiğini, kimseden de bir şey istemediğini, mescidde müslümanlara nasihat etmekle meşgul olduğunu söyledi. Bunun üzerine vâli kulağına; "Beni dinlersen İstanbul'a git. Sultan, hâlini öğrenirse sana maaş bağlar." dedi. Bu teklif Şeyh Hâlid'in hoşuna gitti. Yol hazırlıklarını yaptığı sırada Şeyh Ebû Bekr ziyâretine geldi. Şeyh Ebû Bekr kimseye gitmezdi. Fakat o gün talebelerine; "Kalkın Hâlidciğin ziyâretine gidelim." dedi. Mescidin önüne gelince, içeri girmeden kapının önünde durdu. Şeyh Hâlid bu ziyârete çok şaşırdı. Şeyh Ebû Bekr ona; "Sana yaşını sormaya geldim. Bana söyle kaç yaşındasın?" diye sorunca; "Seksen yaşındayım." dedi. Bunun üzerine Şeyh Ebû Bekr; "Ey Hâlid! Sen bu zamâna kadar hangi gün aç ve çıplak kaldın. Nereye gidiyorsun. Allahü teâlâdan hayâ etmiyor musun?" deyince, Şeyh Hâlid'in gözünden yaşlar akmaya başladı ve; "Beni ayıplama! Ben kararımdan vazgeçtim..." dedi. Şeyh Ebû Bekr'in büyüklüğünü, Allahü teâlânın velî bir kulu olduğunu anlayıp, o günden sonra çok hürmet gösterdi. O güne kadar söylediklerinden tövbe etti |