|
Behlül-i
Dana
Meczûb.
Hak âşığı. Çok tanınmış evliyâdan biri. Asıl ismi Vüheyb bin
Ömer Sayrâfî'dir. Behlûl-i Dânâ adıyla şöhret buldu. Doğum târihi kesin
olarak bilinmemektedir. Kûfeli olduğu hâlde ömrünün çoğunu Bağdât'ta
geçirdi. Hârûn Reşîd'in kardeşi olduğuna dâir rivâyetler varsa da aslı
yoktur. Hârûn Reşîd'e nasîhat verirdi. Herkese ders olacak hikmetli
sözleri çok meşhûrdur. 805 (H.190) senesi Bağdât'ta vefât etti. Dicle
kenarında Şunûziyye kabristanlığına defnedildi.
Behlül-i Dânâ, zamânın büyüklerinin sohbetlerinde bulundu. Eymen bin
Nâbil, Amr bin Dînâr ve Âsım bin Ebi'n-Necîd'den hadîs-i şerîf öğrendi.
İbretli mânâlı sözler söyledi. Menkıbeleri dilden dile aktarıldı.
Oyun için yaratılmadık
Behlül-i Dânâ bir gün Bağdât sokaklarından birinde giderken, oynayan
çocuklar gördü. Çocuklardan biri ise bir köşeye çekilmiş onlara bakıyor
ve ağlıyordu. Behlül-i Dânâ o çocuğun yanına gitti ve;
"Ey çocuk niçin
ağlıyorsun? Gel sana bir şeyler alayım da sen de arkadaşlarınla oyna."
dedi ve çocuğun başını okşadı.
Çocuk bakışlarını Behlül'e çevirdi ve;
"Ey aklı az adam! Biz oyun için yaratılmadık." dedi.
Behlül bu söze
şaştı ve çocuğa;
"Ey oğlum! Peki niçin yaratıldık." diye sordu.
Çocuk;
"Allahü teâlâyı bilmek ve O'na ibâdet etmek için." dedi.
Behlül
hazretleri;
"Peki bunun öyle olduğunu nereden biliyorsun?" diye sordu.
Çocuk, Mü'minûn sûresinin 115. âyet-i kerîmesini okuyuverdi. Meâlen;
"Sizi
ancak boşuna yarattığımı ve gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi
zannettiniz?"
Hazret-i
Behlül tekrar;
"Ey çocuk. Sen hakîmâne konuştun. Bana biraz daha
nasîhat et." dedi ve ağlamaya başladı. Kendinden geçmişti.
Kendine
geldiğinde çocuğa;
"Ey oğlum! Senin günâhın yok. Sen bir çocuksun.
Nasıl oluyor da böyle düşünebiliyorsun?" diye sordu.
Çocuk da;
"Ey
Behlül! Babamı ateş yakarken gördüm. İri odunları küçük çırpılarla
tutuşturuyordu. Ben de Cehennem'in yanan küçük odunlarından olacağımdan
korkuyorum." dedi.
Bu sözler üzerine Behlül-i Dânâ hazretleri tekrar
ağladı. Kendinden geçti. Kendine geldiğinde çocuğu yanında göremedi.
Oradakilere bu çocuğun kim olduğunu sordu.
Onlar;
"Tanımadın mı?"
dediler.
Behlül;
"Hayır." deyince, onlar;
"Bu, hazret-i Hüseyin
evlâdından seyyid bir çocuktur." dediler.
Behlül de; "Ancak böyle bir
ağacın meyvesi bu kadar olgun olabilirdi." deyip oradan ayrıldı.
Sayıya sığmaz
Bir gün Behlül-i Dânâ'ya;
"Basra'daki Hak âşıklarını sayar mısın?"
dediler.
O;
"Bunlar sayıya sığmaz. İsterseniz öyle olmayanları
söyleyeyim. Zîrâ bunlar birkaç tânedir." diye cevap verdi.
Soranlar
özür dileyip oradan ayrıldılar.
Sohbet
Bir gün Behlül'ü kabristanda gördüler. Ayaklarını kabir taşları arasına
sokmuş toprakla oynuyordu.
Kendisine;
"Ey Behlül ne yapıyorsun?" diye
sordular.
Onlara gâyet sâkin olarak;
"Bana eziyet etmeyen, gıybetimi
yapmayan insanlarla oturup sohbet ediyorum. Bunlar sağ olanlardan daha
emin." diye cevap verdi.
Ne Nasihat İstiyorsun?
Bir gün devrin halîfesi Hârûn Reşîd ile karşılaştı.
Halîfe;
"Seni
gördüğüme çok sevindim. Çünkü uzun zamandır seninle konuşmayı arzu
ediyordum." dedi.
Hazret-i Behlül güldü ve;
"Benim böyle bir arzum
yoktu." cevâbını verdi. Buna rağmen Hârûn Reşîd kendisinden nasîhat
istedi. "Ne nasîhatı istiyorsun? Şu sarayına bak, bir de kabirlere bak!
Bunlardan ibret almayan, nasîhat almayan nelerden alır! Hâlin ne
olacak, ey müminlerin emîri! Yarın Cenâb-ı Hakk'ın huzûruna çıkacaksın.
Büyük küçük yaptığın her şeyden suâl olunacaksın. Bunlara nasıl cevap
vereceksin iyi düşün! Bu hesap zamânında aç ve susuz olacaksın, çıplak
bulunacaksın. Orada bulunanlar sana bakıp gülecekler. Perişan hâlin
orada meydana çıkacak, başka nasîhatı ne yapacaksın?" dedi. Adâleti ile
meşhûr olan Hârûn Reşîd onun nasîhatlarından çok istifâde ettiğini
bildirdi.
Buğday tanesi bir dinar
olsa
Bir zaman Bağdât'ta fiyatlar çok yükselmişti. Hayat pahalılığı çekilmez
bir hâl aldı. Muhammed bin İsmâil bin Ebî Fudayl gelerek;
"Ey Behlül!
Müslümanların ve bütün insanların hattâ hayvanların rahatlaması için
Allahü teâlâya duâ etmez misin?" dedi.
O şöyle cevap verdi:
"Allahü
teâlâya yemin ederim ki, ben bu işe karışmam. Eğer bir buğday tânesi
bir dinar olsa, bize emrettiği gibi Allahü teâlâya ibâdet etsek, O bize
vâdettiği gibi rızkımızı verir." Sonra ellerini birbirine vurarak; "Ey
dünyâyı ve süslerini toplayan, gözleri uykudan lezzet almayan kimse,
nefsinle uğraşıp âhirete bir tedârik yapmadın, kıyâmet gününde Allahü
teâlâya ne cevap vereceksin?" dedi.
Benim de Rabbimdir
Abdullah bin Mihran anlatıyor:
Hârûn Reşîd hacca gitti. Dönüşünde bir
müddet Kûfe'de istirahat etti. Sonra yola çıkacağı zaman herkes
kendisini yolcu etmek için sokağa döküldü. Behlül de çıkmıştı. Çocuklar
onunla oynayıp eğleniyorlardı. Tam o sırada Hârûn'un develer üzerinde
muhteşem kâfilesi gözüktü. Çocuklar da Behlül'ü bırakıp onun seyrine
koyuldular. Tam Hârûn'un geldiği sırada Behlül yüksek sesle:
"Ey Hârûn!" diye seslendi.
Hârûn, perdeyi kaldırarak:
"Buyur Behlül, ne
istiyorsun?" dedi. Behlül:
"Ey Müminlerin Emîri! Eymen bin Nâil, Kudame bin Abdülâmir'den bize
şöyle haber verdi ve dedi ki:
"Ben Resûl-i ekremi Arafat'tan dönüşte
görmüştüm. Kızıl bir deveye binmişti. Yanında kimse dövülmediği gibi,
kimse de kovulmazdı. "Yol verin, yol verin!" diyen münâdileri de yoktu.
Sen de bu usûle riâyet eyle. Bilmiş ol ki; tevâzu ile yolculuk etmen,
kibir ile seyâhatinden hayırlıdır."
Behlül Dânâ yine;
"Bağdât ve etrafını nûrlandırıp aydınlatacak
hediyeler götürüyor musun?" dedi.
Halîfe;
"Bu hediyeler nasıl olur?"
deyince,
Behlül hazretleri;
"İnsanlara Allahü teâlânın sevgisini,
O'ndan korkmayı, onlara örnek olacak şekilde hâl ve hareketler, onlar
hakkında temiz ve güzel düşüncelere sâhib olmak en güzel hediyedir."
dedi.
Bunu dinleyen Hârûn Reşîd ağlayarak;
"Ey Behlül, biraz daha
anlat!" dedi.
Behlül:
"Memleketinin bir köşesinde bir mazlum zulme uğrasa, sen memleketin
diğer köşesinde bile olsan, Allahü teâlâ bunun hesâbını senden soracak.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Şüphesiz ki iyiler Naîm
Cenneti'ndedir. Kötüler ise Cehennem'dedir." buyurdu
(İnfitar sûresi: 13-14). Âhirette, Cennet veya Cehennem dışında
gidilecek üçüncü bir yer yoktur. O hâlde hazırlığını buna göre yap."
dedi.
Halîfe;
"Amellerimiz hakkında ne dersiniz?" diye sordu.
Behlül
hazretleri;
"Allahü teâlâdan korkarak ve emrettiğine uygun olarak
yapılan amel makbuldür." buyurdu.
Halîfe;
"Peygamber efendimizle,
akrabâlık olarak yakınlığımız hakkında ne dersiniz?" diye sordu.
Behlül;
"Peygamber efendimize akrabâlıktan ziyâde, bildirdiği hükümlere
bağlılıkta yakın olmak daha mühimdir." dedi.
Halîfe;
"Peygamber
efendimizin şefâatine kavuşabilecek miyiz?" deyince de,
Behlül;
"Onu
Allahü teâlâ bilir." buyurdu.
Halîfe;
"Nasıl yaşayalım?" diye sordu.
Behlül;
"Allah'tan kork. Her hâlinde Muhammed aleyhisselâmın sünnetine
tâbi ol. Bu durumda en kârlı yolu seçmiş olursun." dedi.
Halîfe;
"Çok
güzel söylüyorsun, şu hediyemi kabûl et." dedi.
Behlül hazretleri de;
"Onu kimden aldınsa ona ver. Dünyâdaki sâhipleri yakana yapışmadan
önce, verenin yoluna harca. Bunu burada yap. Âhirete kalırsa onlara bir
şey bulup veremezsin, râzı edemezsin." diye cevap verdi.
Parayı
almayınca, Hârûn Reşîd;
"Para borcun varsa onu ödeyelim." dedi.
Behlül:
"Kûfe'de birçok ilim sâhipleri vardır. Borç ile borcun ödenmeyeceğinde
ittifak etmişlerdir." dedi.
Hârûn Reşîd:
"Bâri ihtiyâcını temin edelim." deyince,
Behlül hazretleri;
"Allahü
teâlâ senin Rabbin olduğu gibi, benim de Rabbim'dir. Seni hatırlayıp
beni unutması muhâldir." buyurdu.
Hârûn Reşîd, bu sözleri işitince
ağladı.
Her koyun kendi bacağından
Bir gün halka doğru yolu göstermek için söylediği sözlerden rahatsız
olanlar, Hârûn Reşîd'e gidip;
"Sultanım, bizim yaptıklarımızın ona ne
zararı var? Bizi kendi hâlimize bıraksın. Sonra her koyun kendi
bacağından asılır." gibi sözlerle şikâyet ettiler. Bunun üzerine Hârûn
Reşîd, Behlül Dânâ'yı çağırtıp, halkın isteğini bildirdi.
Behlül Dânâ
hiç sesini çıkarmadan sarayı terk etti. Birkaç koyun alıp kesti,
bacaklarından mahallenin köşe başlarına astı. Bunu gören halk gülerek;
"Deliden başka ne beklenir, yaptığı işler hep böyle zâten." diyorlardı.
Aradan günler geçtikçe, asılan hayvanlar kokuyor, bundan da bütün
mahalle zarar görüyordu. Kokudan durulmaz hâle gelince, aynı kişiler
Hârûn Reşîd'e gidip, durumu anlattılar. Behlül Dânâ'yı çağırtıp,
sorduğunda:
"Bir kötünün herkese zararı olduğunu herhalde anladılar.
Ben bir şey yapmadım, her koyunun kendi bacağından asıldığını onlara
gösterdim." diye cevap verdi.
Bazımızı Bazımıza
Hasan bin Sehl anlatır:
Bir gün çocuklar, hazret-i Behlül'e taş atmağa
başladılar. Taşın birisi vücûdunu kanatınca,
"Ey çocuklar! Ben, Allahü
teâlâya tevekkül ettim. O elbette bana kâfidir. O ne güzel vekildir.
Ancak Allahü teâlâya yaklaşmak insana rahatlık verir. İnsanlara ezâ ve
cefâ yapanlar hiç merhametli olur mu?" dedi. Ben dayanamadım.
"Ey
Behlül, çocuklar sana taşla vuruyorlar, sen onlara merhamet ediyorsun.
Bu nasıl iştir?" dedim.
O da,
"Sus!.. Allahü teâlâ, benim üzüntü ve
acımı, onların da sevincinin çokluğunu elbet biliyor. Bâzımızı,
bâzımıza bağışlaması umulur." buyurdu.
Kaybolan deve
Adamın birisi namaz kılmaz, diğer ibâdetleri yapmaz ama her gece
yatarken;
"Yâ Rabbî! Bana Cennet'ini ver!" diye duâ ederdi.
Bir gece
aynı şekilde yattı. Geç vakitte, damdan bir tıkırtı geldiğini
hissederek uyandı. Hemen çıkıp;
"Kimsin, orada ne arıyorsun?" dedi.
Damda bulunan Behlül Dânâ idi ve;
"Devem kayboldu da onu arıyorum."
dedi.
Ev sâhibi,
"Kaybolan deve damda olması mümkün mü? Bu akılsızlık
değil midir?" deyince,
Behlül-i Dânâ;
"Senin, hiç ibâdet etmemen ve
sonra da Allahü teâlâdan Cennet'i istemen daha akılsızlık değil midir?"
buyurdu.
Ev sâhibi O zaman, Behlül-i Dânâ'nın kendisine nasihat vermek
için böyle yaptığını anladı. Hatâsını anlayıp, tövbe etti ve
ibâdetlerini aksatmadan yapmaya başladı.
Bu kapıya gelecek
Bir gün Behlül-i Dânâ'nın evine hırsız girmiş, evde ne bulduysa
götürmüştü. Doğruca kalkıp kabristânlığa gitti ve kapısına oturdu.
Bunun farkına varanlar başına toplanıp;
"Niçin hırsızın peşinden
gitmedin de buraya geldin?" dediler.
Onlara;
"Yolunu şaşırmış o
adamcağızı burada bekliyorum." diye cevap verdi.
Bu söze oradakiler
kahkaha ile güldüler ve;
"Hay Allah iyiliğini versin, o adamın burada
işi ne?" dediler.
Bunun üzerine Behlül hazretleri;
"Siz hiç merak
etmeyin o mutlakâ bu kapıya gelecek. Ecel onu buraya getirecektir."
buyurdu. Bu sözler üzerine herkes derin düşüncelere daldı.
Boş Taht
Behlül bir gün Hârûn Reşîd'in taht odasını boş buldu ve çıkıp tahta
oturuverdi. Bunu gören askerler onu kamçı ile dövmeye başladılar.
Askerler vurdukça o;
"Vah Hârûn Reşîd. Vah Hârûn Reşîd!" diyordu.
O
esnâda halîfe geldi ve manzara karşısında donup kaldı. Askerleri
uzaklaştırdıktan sonra;
"Ey Behlül! Bu ne hâl?" diye sordu.
Behlül;
"Senin için ağlıyorum. Burada tahtı boş bulup bir an oturdum. Bu kadar
kırbaç yedim. Sen ise senelerdir bu tahtın üzerinde oturuyorsun. Hâlin
ne olur diye düşündüm."
Hârûn Reşîd;
"Peki ne yapmam lâzım?" dedi.
ehlül;
"Mâdem ki bu yükün altına girdin. Zulme meyletme. Adâlet üzere
ol. Böylece tahtında otur." buyurdu.
En çok
Behlül Dânâ hazretlerinin halîfe Hârûn Reşîd'e bir nasîhati de şöyle
oldu.
Bir gün halîfeye;
"Ey Hârûn Reşîd! Yer içinde, yer üzerinde ve
göklerde çok olan nedir?" diye sordu.
Hârûn Reşîd;
"Bunu bilmeyecek ne
var? Yer içinde ölüler, yer üzerinde hayvanlar ve bitkiler, gökte ise
meleklerdir." dedi.
Behlül; "Değil." buyurdu.
Halîfe;
"Nedir?" deyince,
Behlül-i Dânâ;
"Ey Halîfe! Yer içinde çok olan ölülerin pişmanlıkları,
yer üzerinde insanların hırs ve tamahı, gökte ise âdil hükümdarların
sevaplarıdır." buyurdu.
Bu sözler üzerine Hârûn Reşîd ağlamaya başladı.
Rüyadaki padişahlık
Bir gün Hârûn Reşîd, Behlül ile görüşmek, hikmetli sözlerini duymak
istedi. Bu şekilde adamlarını gönderip Behlül'ü getirmelerini söyledi.
Gidenler Behlül'ü boş bir mezar içinde uyur buldular.
Uyandırdıklarında;
"Siz ne yaptınız. Beni pâdişâhlık makâmından
indirdiniz. Şimdi ben ne yapacağım." dedi.
Görevliler gidip bu sözleri
halîfeye bildirdiler. Hârûn Reşîd onun bu hâline bir mânâ veremedi,
huzûruna geldiğinde;
"Ey Behlül! Bu ne iş. Sen hangi pâdişâhlıktan
indirildin?" dedi.
O, bu soru üzerine;
"Ey Halîfe! Rüyâmda kendimi
hükümdâr olmuş gördüm. Tahtımda oturuyordum. Hizmetçilerim vardı.
Saltanat ve ihtişam içinde idim. Lâkin senin adamların beni uyandırdı
ve tahtımdan oldum."
Bu sözlere Hârûn Reşîd güldü ve;
"Ey Behlül!
Rüyâdaki pâdişâhlığa îtibâr olur mu?" dedi.
Bunun üzerine Behlül
hazretleri;
"Ey müminlerin emîri! Benim hükümdarlığım ile seninki
arasında ne fark var. Ben gözlerimi açınca hayat buldum. Sen gözlerini
kapayacak olsan ebediyyen emirlikten düşecek saltanatından olacaksın ve
nedâmet, pişmanlık günün başlayacak. O halde hangimizin hükümdârlığına
îtibâr yoktur siz söyleyin." dedi.
Bunun üzerine Hârûn Reşîd söyleyecek
söz bulamadı.
Ne söylersen söyle
Behlül-i Danâ hazretleri bir gün Bağdât sokaklarından birinde giderken,
iki kişinin kıyasıya kavga ettiklerini gördü. Biri diğerine ağza
alınmayacak şeyler söylüyordu.
Behlül-i Dânâ onun yanına yaklaşıp;
"Sen
bize gel ne söylersen söyle lâkin bizden bir tek kelime karşılık
alamazsın." dedi.
Öfkeden deliye dönmüş adam birden durdu ve;
"Ey
Behlül; Beni o mağlûb edemedi. Lâkin sen mağlûb ettin." dedi. Böylece
kavgacılar dövüşü bırakarak hatâlarını anladılar.
Hırka
Bir gün halîfe Hârûn Reşîd Behlül-i Dânâ'ya kıymetli bir hırka hediye
etmek istedi:
"Ey Behlül! Şu paha biçilmez hırkayı giy. Benim sana
hediyemdir." dedi.
Behlül-i Dânâ hazretleri geri çekilip;
"Ben ancak
pamuklu hırka giyebilirim. Pederimin bana nasîhat ve vasiyeti şu idi:
"Oğlum! Toprak üstünde yat. Lâkin bir döşek kazanmak için kimsenin
önünde eğilip, el etek öpme, pamuk hırka ile de yetin."
Birisi Behlül-i Dânâ'ya gidip; "Ey Behlül! Oğlum vefât etti. Kabir
taşına ne yazayım." dedi. Behlül hazretleri buna gülüp; "Dün altımda
olan çimenler bugün üstümde yeşerdi. Ey yolcu, bil ki şu toprak,
günahlardan başka her şeyi örtmektedir, yaz." dedi.
Biz de vaktiyle güzel
yiyeceklerdik
Halîfe Hârûn Reşîd bir gün Behlül-i Dânâ ile sohbet ederken;
"Ey
Behlül! Sana sarayımda bir oda ve hizmetçiler vereyim. Yeter ki bu eski
elbiselerden kurtul. Yenilerini giy. İnsanlar arasına karış." dedi.
Bunun üzerine hazret-i Behlül;
"Müsâde ederseniz bir danışayım." dedi.
Halîfe;
"Kime danışacaksın, kimsen yok ki?" diye cevap verdi.
Behlül
de; "Ben danışacağım yeri biliyorum." dedi ve oradan ayrıldı.
Hârûn
Reşîd arkasından adamlar salıp danışacağı yeri öğrenmek istedi. Behlül
gide gide şehir dışında bir mezbeleliğe gitti. Başını eğip bir şeyler
dinlermiş gibi yaptı. Bir şeyler söylendi. Daha sonra oradan ayrıldı.
Saraya yöneldi. Sultanın adamları ondan önce saraya dönüp hâdiseyi
halîfeye bildirmişlerdi. Behlül huzûra girince, halîfe Hârûn Reşîd ona;
"Ey Behlül! Söyle bakalım vereceğin cevâbı." dedi.
Behlül;
"Danıştım efendim. Lâkin insanlar arasına karışmam mümkün
değil." dedi.
Halîfe heybetle;
"Ey Behlül! Sen gidip çöplere
danışmışsın, haberim oldu." dedi.
Behlül de;
"Doğru söylüyorsun ben de
onlara danıştım. Onlar bana cevap verdiler ve;
"Ey Behlül! Biz de vaktiyle en güzel ve nefis yiyecekler idik. Bütün
güzellikler bizde idi. Sevgi ve itibarımız çoktu. Ne zaman ki insanlar
arasına karıştık. İşte bu hâle geldik. Çöpe atıldık. Sen de sakın
insanların arasına karışma." dediler. Bu sözlerdeki ince mânâları
anlayan Hârûn Reşîd: "Haklısın." deyip düşüncelere daldı.
|
|