Âmir
bin Abdullah Tâbiînin meşhurlarından. İsmi Âmir bin Abdullah bin Zübeyr bin Avvâm el-Esedî Ebü'l-Hâris el-Medenî, künyesi Ebû Abdullah'dır. Annesi Hanteme binti Abdurrahmân bin Hişâm'dır. Eshâb-ı kirâmdan Zübeyr bin Avvâm'ın torunudur. Doğum târihi bilinmemektedir. 741 (H.124) senesinde vefât etmiştir. Vefâtını 741 senesinden birkaç sene önce ve sonra bildiren âlimler de vardır. Âmir bin Abdullah, babasından, dayısı Ebû Bekir bin Abdurrahmân, Enes bin Mâlik, Amr bin Selîm ez-Zerkâ, Avf bin Hâris ve Sâlih bin Havvât bin Cübeyr'den rivâyette bulunmuştur. Kendisinden de kardeşi Amr, kardeşinin oğlu Mus'ab bin Sâbit, Amr bin Abdullah bin Urve bin Zübeyr, Vebre ibni Abdurrahmân, Yahyâ bin Saîd el-Ensârî, İbn-i Cüreyc, Osmân bin Hakîm, Osman bin Ebî Süleymân, Amr bin Dînâr, Muhammed bin Aclân, Mâlik binEnes ve birçok âlim hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuşlardır. Abdullah bin Ahmed babasından rivâyetle; onun, zamânındaki âlimlerin en sikalarından, güvenilir, sağlam rivâyette bulunanlarından olduğunu söylemiştir. İbn-i Muîn, Nesâî, Ebû Hâtim onun sika ve sâlih bir zât olduğunu haber verdiler. Rivâyetleri Kütüb-i Sitte denilen hadîs kitablarında yer almıştır. Âmir bin Abdullah, ilimde yüksek dereceye ulaşmış, fazîletler sâhibi, her sözü hikmetli, her hareketi âhireti hatırlatan bir mübârek zât idi. Gerek hadîs âlimleri, gerek fıkıh âlimleri, gerekse zamânında berâber bulunduğu ve yaşadığı insanların her biri tarafından övülmüştür. Râvilerin durumunu en çok inceleyen hadîs ilminin âlimleri dahi onun rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerin tamâmının huccet, dinde ikinci sened olan sahîh hadîs derecesinde bulunduğunu beyân etmişlerdir. Fakat az hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Âmir bin Abdullah hazretleri, fazîletler sâhibi bir Hak âşığı idi. Bütün ibâdetleri, söz ve işleri ihlâslı idi. Yüzünü tamâmen dünyâdan çevirmiş, âhirete tâlib olmuş mübârek bir insandı. Âmir bin Abdullah hazretleri son derece huzûr ve huşû içinde namaz kılan, Allahü teâlânın sevgili kullarındandı. Namaz kılarken sanki tamâmen dünyâdan çıkar âhirete giderdi. Namaza durduktan sonra konuşulan hiçbir şeyi işitmez, yanında olup biten hiçbir şeyin farkına varmazdı. "Namaz kılarken hatırına, bir şey gelir mi?" diye soranlara: "Evet, Allahü teâlânın huzûrunda hesâba çekileceğim gün ile, cennetlik veya cehennemlik mi olacağım korkusu gelir." cevâbını verdi."Bizim hâtırımıza gelen dünyâ düşünceleri veya dünyâ işlerinden sizin aklınıza bir şey gelir mi?" diye sordular. Cevâbında; "Namazda aklıma böyle bir şey gelmesinden ise, süngülerin uzanıp beni öldürmeleri bundan çok daha iyidir." buyurdu. Yaptığı ibâdetlerin daha makbûl, sevâbının daha çok olması için her gün gusl abdesti alırdı. İmâm-ı Mâlik bin Enes onun her gün gusl abdesti alarak ibâdet ettiğini ve devâmlı oruç tuttuğunu haber vermiştir. Devamlı ve uzun sürelerle namaz kılardı. Onu, bütün ömrü boyunca boş gören hiç olmadığı gibi, boş ve faydasız bir işle meşgûl gören de olmadı. Benî Temim'in azâdlılarından Süheym, Âmir bin Abdullah'ın yanına gitmişti. Namaz kılıyordu, oturdu. Namazını bitirdi ve ona; "Çabuk ihtiyacını söyle, çünkü benim acele işim var." dedi. O da; "Hayırdır inşâallah, acelen nedir." diye sordu. "Azrâil'i aleyhisselâm yâni, ölümü bekliyorum." cevâbını verdi. Hemen onun işini gördü ve yeniden namaza başladı. Azrâil'in rûhunu namazda almasını isterdi. O her an Allahü teâlâyı hatırlayan, her an O'nun huzûrunda olduğunun şuûrunda olan, çok kuvvetli îmân sâhibi idi. "Eğer aradaki perde kalkarsa (âhireti, Cennet'i, Cehennem'i görsem) îmânımda ve yakînimde hiç bir değişiklik olmaz." buyurmuştur. Namazı gibi duâsı da uzundu. İmâm-ı Mâlik bin Enes haber vermiştir ki; Âmir bin Abdullah nice defâlar yatsı namazını kılıp, Mescid-i Nebevîden ayrıldıktan sonra, evine giderken evine varmadan ellerini kaldırır duâ etmeğe başlardı. Müezzin sabah ezânını okuyup, müslümanları sabah namazı için dâvet edinceye kadar bir daha indirmez, sabah namazını kılmak için mescide döner ve yatsı namazının abdesti ile sabah namazını kılardı. Kendisi; "Babam vefât ettikten sonra bir sene devamlı, fasılasız onun için Allahü teâlâya duâ ettim." buyurmuştur. Bütün gecelerini hiç uyumadan geçirir, gündüzleri de öğleden önce Sünnet-i Resûlullah olan kaylûleden başka hiç uyumazdı. Geceleri kâim, uyanık ve ibâdet hâlinde, gündüzleri hep sâim idi; yâni geceleri ibâdetle geçirir, gündüzleri oruç tutardı. Kendisine; "Gecelerin uykusuzluğuna, uzun ve sıcak günlerin susuzluğuna nasıl dayanıyorsun." diye sordukları zaman, cevâbında; "Ben yer değiştirdim, gündüz yemeğini geceye, gece uykusunu gündüze aldım. Bunda bir zorluk yoktur." cevâbını verdi. Yâni geceleri uyumam, gündüzleri de oruçlu olduğum için bir şey yemem demek istedi. Geceleri uyumazdı, bütün gecelerini ibâdetle geçirir devamlı gözyaşı dökerdi. Niçin hiç uyumadığını soranlara; "Cehennem'in harâreti uykularımı kaçırttı." cevâbını verdi. Her gördüğü şeyden ibret, karşılaştığı her hâdiseden âhiret için hisse alırdı. Yine İmâm-ı Mâlik (r.aleyh) haber veriyor ki: "Âmir bin Abdullah cenâzelerin önünde durur, kendinden geçer giderdi. (Âhirette olacak şeyler tek tek aklına gelir. Kabrin sıkması, suâl meleklerine nasıl cevap verilir, Mahşerde insânın hâli ne olur, Mîzânda hesâbı nasıldır, amel defteri hangi taraftan verilir, sırâtı nasıl geçer. Bütün bunları düşünür göz yaşı dökerdi.) Cenâzelerin affı için Allahü teâlâya yalvarır, sırtındaki abası düşer de farkında olmazdı." Şehîdlik mertebesine ulaşmak için Allah yolunda savaşlara katılır, kâfirlerle, müşriklerle harb ederdi. Katıldığı bütün harblere yayan giderdi. Bir sefer de, Emir Mâlik bin Abdullah onun yaya yürüdüğünü görünce; "Yâ Âmir bir hayvana binmek istemez misin?" diye sordu. O da Peygamberimizden şu hadîs-i şerîfi işittiğini haber vermiştir: "Her kimin ayakları Allah yolunda tozlanırsa, onlar Cehennem'e haram olur." (Cehennem o ayakları yakmaz). O kendisini, her şeyini Allah yoluna fedâ etmişti. Süfyân bin Uyeyne: "Âmir bin Abdullah yedi diyetle nefsini Allahü teâlâya sattı." buyurmuştur. Dünyâya zerre kadar ehemmiyet vermezdi. Eline geçen her dünyâlığı Allah yolunda sarfeder yanında bir gece dahi kalmazdı. Ma'n bin Îsâ, onun çok defâ içerisinde on bin dirhem bulunan bir kese ile müslümanların arasına çıktığını ve bunların tamâmını dağıtmadıkça yatsı namazını kılmadığını haber vermiştir. Bir defâ nalınları çalındı. Bir daha ölünceye kadar nalın giymedi. "Bir şeyi arayan onun peşinden koştuğu ve bir şeyden korkan ondan kaçtığı halde, Cennet'i arayıp Cehennem'den kaçan kimselerin, bunlara hiç aldırış etmeden uyuyup kalmaları ne kadar şaşılacak şeydir!" buyurdu. "Bir gün babama gittim. Bana nerede olduğumu sordu. "Ben bir kısım insanlar buldum onlardan daha hayırlısını görmedim. Onlar hep Allahü teâlâyı zikrediyorlardı. Hattâ onların her biri titriyor ve Allah korkusundan bayılıp kendinden geçiyordu. Onlarla berâber oturdum." dedim. Babam Abdullah bin Zübeyr benim onların içinde oturmamı hoş görmedi ve; "Resûlullah'ı, hazret-i Ebû Bekir'i, hazret-i Ömer'i Kur'ân-ı kerîm okurlarken gördüm; onlarda böyle bir hal olmadı. Sen onların, hazret-i Ebû Bekr ve Ömer'den (r.anhümâ) daha mı fazla Allahü teâlâdan korktuklarını zannediyorsun." buyurdu. Yâni onların Allahü teâlâdan korkuları, senin gördüğün kimselerden pek fazla olduğu halde onlar, böyle yapmadılar demek istedi. Âmir bin Abdullah; "Hal böyle olunca (doğruyu öğrendim ve) onları terkettim." buyurdu. Âmir bin Abdullah, Amr bin Süleym'den, o da Ebû Katâde'den (r.anh) rivâyet etti. Ebû Katâde dedi ki: Resûlullah efendimiz; "Sizden biriniz bir mescide girdiği zaman, iki rekat (tahiyyet-ül mescid) namazı kılmadan oturmasın." buyurdu. Âmir bin Abdullah bin Zübeyr, Amr bin Hâris'den rivâyetle hazret-i Âişe'nin kendisine şu hadîs-i şerîfi rivâyet ettiğini haber verdi; Resûlullah efendimiz şöyle buyurdu: "Yâ Âişe, sana günahları küçük gösteren şeyden sakın. Çünkü Allahü teâlânın emriyle günah işleyenlerin günahlarını bir yazan (melek) vardır." |