Anadolu'da
yetişen büyük âlim ve velîlerden. Seyyiddir, yâni hazret-i Hüseyin'in
evlâdındandır. İsmi, Abdurrahmân, babasının ismi Seyyid Abdullah'tır.
Âlim-i Arvâsî, Kutb-i Arvâsî, Abdurrahmân Kutub lakablarıyla da
bilinmektedir. Zamânının kutbu idi. Hicrî on ikinci asrın ikinci
yarısında Arvas'ta doğdu. On üçüncü asrın ilk yarısında vefât etti.
Kabri Van'ın Hoşab (Güzelsu) kazâsındadır. Ziyâret olunur ve
bereketlerinden istifâde edilir. Hacet sâhipleri murâdlarına,
isteklerine kavuşur.
Şeceresi şöyledir: Seyyid
Abdurrahmân bin
Abdullah bin Muhammed bin Muhammed Şehâbeddîn bin İbrâhim bin Âlim-i
Rabbânî Cemâleddîn bin Kemâleddîn bin Kutub Muhammed bin
KâsımBağdâdî'dir.
Seyyid Abdurrahmân Arvâsî'nin
büyük
dedesi Seyyid KâsımBağdâdî hazretleri Hülâgû'nun Bağdâd katliamı
sırasında Bağdâd'dan hicret edip, âile fertleri ile birlikte uzun
yıllar Anadolu'nun çeşitli yerlerinde kaldı. Tasavvuf yolunda olgunluk
derecesine ulaşan Muhammed Velî veyaKutub Muhammed diye meşhûr olan
oğlunu doğu Anadolu'ya gönderdi. Kendisi de Mısır'a gidip Ezher
Medresesi müderrisleri reîsi oldu. SonraMedîne-i münevvereye gidip
orada vefât etti. Anadolu'ya gelen ve etrâfını aydınlatan Muhammed
Velî, Hakkârî Beyi İbrâhim Hanın kızı Fâtıma Hanımla evlendi. Yüksek
dağlar arasında geçidi zor bir yere bir dergâhla iki katlı bir ev
yaptırdı. Arvas yâni Van'ın Bahçesaray ilçesine bağlı Doğanyayla köyünü
kurarak sevenleri ve akrabâlarıyla birlikte oraya yerleşti. Burada
nâdide eserlerden bir de kütüphâne teşkil ederek ilim ve feyz neşr
etti. Pekçok kimse onun sohbet ve ilim meclislerine devâm edip ilâhî
lutfa ve feyzlere gark oldular. Çok talebe yetiştirdi. Neslinden
gelenler yolunu tâkib etti. Seyyid Muhammed Velî'nin torunlarından
Seyyid Abdullah vefât ettiği zaman oğlu Abdurrahmân Arvâsî küçük yaşta
yetim kaldı.
Seyyid Abdurrahmân, önce
küçük yaşta
kaybettiği babasından, onun vefâtından sonra da vaktin büyük
âlimlerinden ilim tahsîl etmeye başladı.
Yedi-sekiz yaşlarında iken
Kur'ân-ı
kerîmi hatmedip Arabî ilimleri öğrenmeye başladı. Kısa zamanda aklî ve
naklî ilimlerle zamânının fen ilimlerinde büyük âlim, allâme oldu.
Büluğ çağına gelince, annesi,
Arvâsî
soyunun Van havâlisinde devâmı için, genç yaşta onu zorla evlendirdi.
Abdurrahmân Arvâsî hazretlerinin MollaAbdullah, Hacı Molla Lütfullah,
Molla Efendi (Muhammed), Molla (Muhammed) Zâde, Molla Ubeydullah, Molla
Abdülhamîd, Şeyh Seyyid Muhammed, SeyyidTâhir ve ismi bilinemeyen dokuz
oğlu olduğu bildirilmektedir.
Dedelerinin yolunu devâm
ettiren
Abdurrahmân Arvâsî, zâhirî ilimlerde yükseldiği gibi tasavvuf yolunda
da ilerleyip kemâle gelmiş, Kâdirî ve Çeştî kollarında irşâd sâhibi,
zamanının mürşid-i kâmili olmuştu.
Medresesinde talebe
yetiştirmeğe
başladığında, her taraftan akın akın yüzlerce hak âşığı huzûruna
koştular. Sohbetleriyle şereflenip bereketli feyzlerine kavuştular.
Seyyid Abdurrahmân'ın ömrü,
zâhir ve
bâtın ilimlerini yaymakla geçti. Arvâs'taki ve Hoşab'daki medrese ve
dergâhı dolup taştı. İstanbul, Hicâz, Mısır, Irak gibi memleketlerde
çözülemeyen meseleler Abdurrahmân hazretlerine getirilirdi. Çevredeki
bütün bölgeler, onun irşâd, yol gösterici nûruyla aydınlanmıştı. Bu
sebeple Sultan İkinci Mahmûd Han ona çok hürmet gösterir, duâsını
ister, husûsî hediyelerle selâmlarını gönderirdi.
Pekçok kerâmetleri görülmüş
olan Seyyid
Abdurrahmân hazretleri zamânın beylerine, paşalarına mektuplar yazarak
nasîhat ederdi. Bu mektuplardan bir kısmını uzak memleketlere de
göndermiştir. İrisân beylerinden Emîr Şerefüddîn Abbâsî'ye yazdığı
Fârisî mektuplar çok kıymetlidir. Bu mektuplardan birinde Muhammed
Kerîm Han, Mustafa ve Feyzullah beylere selâm ve duâ etmektedir.
Şerefüddîn Han, Seyyid Abdurrahmân'dan gelen başka bir mektubun sonuna;
"Mevlânâ hazretleri bu mektubu bu fakîre 1778 senesinde göndermiştir.
Musîbete sabretmek lazım olduğu ve sabrın kıymetini bildirmiştir.
Birkaç ay sonra pederim Abdullah Han vefât etmiştir. Mevlânâ'nın
kerâmetini buradan anlamalıdır." satırlarını eklemiştir.
Seyyid Abdurrahmân her sene
üç-beş ay o
havâliyi dolaşır, Vâz ü nasîhat ve irşâdla, halka İslâmın esaslarını
anlatır, bilhassa bozuk mezhep ehline karşı hısn-ı hasîn (sağlam kale)
vazîfesi görürdü. Bu yüzden memleketimizin sulhuna hizmeti çoktur.
Çünkü onların olduğu bölgede bozuk îtikâdlı kimse bulunmazdı. Böyle
âlim ve velîlerin Osmanlı Devletine hizmetleri bey ve paşalardan az
değildi. Hatta hizmetleri kalıcı olduğundan daha çoktu denilebilir.
Seyyid Abdurrahmân,
yakınlarından birini
dünyâ malına muhabbeti sebebiyle yanından uzaklaştırmıştı. O zât da
Beyrut'a gidip, zekâsıyla vâli olmuştu. Birgün kendisine; "Efendim! O
yakınınız Beyrut'ta vâli oldu." dediklerinde; "O, ateşte yanmadı mı?"
buyurdu. O günün târihini bir yere kaydettiler. Sonradan haber geldi
ki, Beyrut vâlisi bir gece konağında çıkan bir yangın sebebiyle
çocuklarıyla birlikte yanmıştı. Târihini sordular, Seyyid Abdurrahmân
hazretlerinin onun hakkında söylediği günün târihini tutuyordu.
Seyyid Abdurrahmân hazretleri
çok cömert
olup, misafiri ve geleni gideni pek fazla olurdu.
Bir gün hanımı ona; "Efendim
gelenimiz
gidenimiz çok. Beylerin, paşaların ve eşrâfdan olan kimselerin
hanımları da geliyorlar. Büyük bir kapıya geldiklerini bildiklerinden
çeşitli elbiseler, kıymetli entariler giyiyorlar. Benim üstümde ise hep
bu entâri var. Mümkünse bir entâri daha yaptırsanız da arada bir onu da
giysem." dedi. Seyyid Abdurrahmân hazretleri; "Sen git mutfağında
bulunan teknedeki hamurunla meşgûl ol." buyurdu. Hanımı mutfağa girdi.
Tekneyi hamurla değil, altınla dolu buldu. Koşup efendisine geldi, bir
yandan ağlıyor, bir yandan da; "Beni affet, bundan sonra senden bir şey
istemiyeceğim." deyip, özür diliyordu.
Birgün Abdurrahmân Arvâsî
hazretleri
sevenleri ve talebeleri ile Van Gölü kıyısında giderken, gölde bulunan
AhtamarAdasındaki Ermeni kilisesinden bir papas çıkarak su üstünde
yürümeye başladı. Abdurrahmân Arvâsî hazretlerinin talebelerinden
bâzılarının hatırına; "Allah'ın düşmanı dediğimiz papas su üzerinde
yürüyor da, evliyânın büyüğü Abdurrahmân Kutub hazretleri acaba neden
kıyıdan yürüyerek dolaşıyor?" düşüncesi geldi. Talebelerinin
düşüncelerini anlayan Abdurrahmân Arvâsî hazretleri, ayakkabılarını
çıkararak ellerine alıp birbirine çarptı. Her çarpışta papas suya
battı. Boğazına kadar battığı zaman son defa çarptı ve papas tamâmen
batıp boğuldu. Abdurrahmân Arvâsî hazretleri böyle düşünen bâzı
talebelerine dönerek; "O sihir yaparak su üstünde gidiyor ve sizin
îmânınızı bozmak istiyordu. Ayakkabıları çarpınca sihri bozulup battı.
Müslümanlar sihir yapmaz, Allahü teâlâdan kerâmet istemekten de hayâ
ederler." buyurdu. Kerâmeti ile papasın sihrini bozdu.
Ömrü boyunca ilim öğrenen,
öğreten,
insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların iki cihan
seâdetine kavuşmalarına çalışan Abdurrahmân Arvâsî hazretleri
Osmanlı-Türk devleti için büyük bir velînîmet idi. Hicrî on üçüncü
asrın ilk yarısında vefât etti. Van'ın Hoşab (Güzelsu) nahiyesinde defn
edildi. Kabr-i şerifi sevenleri tarafından ziyaret edilmektedir.
Kerâmetleri vefâtından sonra
da görüldü.
Abdurrahmân Tâgî (Tâhi) şöyle anlattı:
Babam Budağ Hanın yanında
çalışırdı. O
anlattı: Han, askerleriyle berâber Seyyid Abdurrahmân Kutub
hazretlerinin kabri yakınlarına gelmişti. Mola verdikleri yerde, Yûsuf
Efendi askerlerden ayrılıp, Seyyid Abdurrahmân'ın kabri başına geldi ve
Seyyid hazretlerini kabrin üzerinde oturuyor gördü. Kendini görünce
yüzünü çevirdi, başka yere bakmaya başladı, hiç iltifât etmedi. Yûsuf
Efendi yüz bulamayınca, doğru askerin yanına gelip komutana silâhını ve
elbiselerini çıkararak teslim etti. Silâhını teslim ettiğini gören Han,
Yûsuf Efendiyi tehdîd ederek; "Bizden vaz geçersen seni Nirib nâhiye
müdürlüğünden azlederim, evini oradan çıkarır seni öldürürüm." dedi.
Yûsuf Efendi aldırış etmedi. Doğru Abdurrahmân hazretlerinin kabri
başına geldi. Bu defâ kabrinin üzerinde oturduğu hâlde ona güler yüzle
bakıyordu ve; "Mevlânâ Yûsuf! İlk geldiğinde senden yüz çevirmiştim.
Şimdi ise yüzümü sana döndüm, tövbe et!" buyurdu. O da şimdiye kadar
yaptıklarına tövbe edip Abdurrahmân hazretlerinin elini öptü. Ondan
nasîhat alarak ayrıldı. O nasîhatlara uyarak mutlu bir hayat yaşadı ve
han da kendisine hiç bir kötülük yapamadı.
1974 Kıbrıs harekâtından
sonra Van'ın
Hoşab(Güzelsu) kazâsına âilesi ile birlikte bir hava binbaşısı gelip
SeyyidAbdurrahmân Arvâsî hazretlerinin kabrini sordu. Kabrin bulunduğu
yere varıp, orada bir koç kesip fakirlere, şeker alıp çocuklara
dağıttı. Kendisine bu yaptıklarının ve ziyâretinin sebebi sorulunca,
şöyle anlattı:
Kıbrıs harekâtı sırasında
adanın üzerinde
uçuyordum. Beşparmak Dağlarındaki Rum yuvalarını, oyuklarını,
mazgallarını ve müstahkem mevkı ve mevzilerini bombalayıp dönecektim.
Omuzumda iki el hissettim. Korktum. Baktım ki sarıklı, sakallı, nûr
yüzlü ihtiyâr bir zât. "Evlat, filan mevzileri de bombala!" buyurdu.
"Benzinim dönüşe yetmez." dedim. "Korkma ben tekeffül ediyorum."
deyince döndüm. Gösterdiği mevzi ve hedefleri de bombaladım. Mersin'e
doğru gelirken; "Gördün mü benzinin yetti." buyurdu. Ben merak edip o
zâta; "Siz kimsiniz?" diye sordum. "Van'ın Hoşab kazâsından Seyyid
Abdurrahmân'ım." buyurdu. "Sağ mısınız?" dedim. "Değilim ama, böyle
savaşlarda ve sıkıntılı durumlarda yardıma koşarım." buyurdu.
Abdurrahmân Arvâsî
hazretlerinin
vefâtından yüz elli seneden fazla zaman geçtiği hâlde müslümanların
yardımına koşması onun kutup ve yüksek kerâmet sâhibi olduğunu
göstermektedir. Onun kutb olduğu zamânında ve sonraki zamanlarda da hep
tevâtür hâlinde bilinmektedir. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin
halîfesi ve asrının kutbu olan Seyyid Tâhâ-yı Hakkârî hazretleri
kendisinden bahs ederdi.
Abdurrahîm Arvâsî
hazretlerinin
torunlarından Muhammed Emin Garbî Efendi anlatır:
Hoşab halkı bilirler.
Kuraklık olduğu
zaman gidip Seyyid Abdurrahmân hazretlerinin kabrinin başucundaki taşı
alıp aşağısındaki dereye sokarlar ve yağmur yağar. Bunun için o taş
suda durmaktan incelmiştir. Böyle olduğunu bu fakir de gördüm. Bu da
Abdurrahmân Arvâsî hazretlerinin kerâmetidir.
Abdurrahman Arvâsî
hazretlerinin
oğullarından Seyyid Lütfullah, hacı olup, âlim, fâdıl ve velî idi.
Arvas'tadır. Seyyid Sıbgatullah Arvâsî (Gavs-i Hizânî) bunun
soyundandır.
Oğullarından biri Seyyid
Molla
Abdülhamîd'dir. Arvas'da kalırdı. Arvas medrese, tekke ve zâviyesini
sevk ve idâre ederdi. Arvas ve civârında bunun çocukları kaldı. Seyyid
Fehîm Arvâsî hazretlerinin babasıdır.
Oğullarından biri de Seyyid
Molla
Muhammed'dir. Başkale'ye yerleşti. Nesli burada çoğaldı. Âlim, kâmil,
kadirşinâs ve hal ehli olup, Seyyid Tâhâ hazretlerinin sohbetinde
bulunmuş idi. Neslinden Seyyid Abdülhakîm Arvâsî gibi bir âlim ve
mürşid yetişmiştir.
Oğullarından biri de, Seyyid
Abdullah'dır. Arvas'da medfundur. Hacıdır. Medresede müderris idi.
Babasına mensûb idi. Oğlu Abdülcelîl Zûgûla (Daldere) köyüne yerleşti.
Biri de MollaEfendidir.
Aslında ismi
Seyyid Muhammed Efendi olup, ismine hürmeten, babası sâdece "Efendi"
derdi. Büyük âlim idi. Babasına mensûb, kâmil bir zât idi. Pîr Yûsuf
kabristanındadır.
Biri de Seyyid Ubeydullah
olup, kısaca
Ubeyd denir. Arvas'da doğdu. Molla ve müderris idi. Oğulları Gevaş
tarafına geldi.
Adı geçen oğullarından bu
altısının nesli
günümüzde devâm etmektedir. Babalarının vazîfesini hakkıyla
yapmışlardır. Allah hepsinden râzı olsun.
KANLI ELBİSELER!
Seyyid Abdurrahmân, ihsân
sâhibiydi. Mal
ve canını Allahü teâlânın dînini yaymak için sarf etti. Zamânının kutbu
olduğu için uzak yerlerde Allah yolunda, O'nun dînini yaymak için
savaşanların yardımına koşardı. Hanımı şöyle anlattı:
Efendim, arada-sırada
silâhlarını
kuşanır, evden çıkar, sabahtan önce yine eve gelirdi. Geldiğinde
üstünde-başında kan lekeleri olurdu. Elbiselerini yıkar sesimi
çıkarmazdım. Yine elbiseleri kan içinde kaldığı bir gün kendisine;
"Efendi! Sık sık gidip, sabaha bu vaziyette geliyorsun. Nereye
gidiyorsun ve elbisen niçin kan içinde dönüyorsun?" diye sordum. O da;
"Hanım, sağlığımda iken kimseye söylemezsen, bu sırrı sana söylerim."
dedi. Ben de; "Söylemem." dedim. Bunun üzerine; "Biz vazîfemiz îcâbı
zaman zaman dünyânın neresinde müslümanlarla kâfirlerin harbi varsa
oraya gideriz. Müslümanlara yardım eder, küffâr ile harbederiz. Ayrıca
darda kalmış müslümanların da yardımına yetişiriz." buyurdu. Ben bu
sırrı o vefât edinceye kadar kimseye söylemedim, sakladım. |