Mısır'da yetişen âlim ve
velîlerden. İsmi Abdullah bin Vehb el-Fihrî, künyesi Ebû Muhammed'dir.
742 (H.125) senesinde doğdu. 812 (H.197) senesinde vefât etti. Fıkıh ve
hadîs ilminde güvenilir ve fazîlet sâhibi bir zât idi.
Abdullah ibni Vehb, küçük
yaşta
ilim tahsîline başladı. İlim öğrendiği hocalarının sayısı üç yüz yetmiş
civarındadır. Bunların en meşhurları İmâm-ı Mâlik, Havye bin Şüreyh,
Saîd bin Ebî Eyyûb, Leys bin Sa'd, Süleymân bin Bilâl, İbn-i Cüreyc,
Süfyân-ı Sevrî veSüfyân bin Uyeyne hazretleri gibi büyüklerdir. İmâm-ı
Mâlik hazretlerinin derslerinde kemâle gelip olgunlaştı. İmâm-ı Mâlik,
Abdullah bin Vehb'e yazdığı mektuplarında; "Mısır'ın fakihi (fıkıh
âlimi) Ebû Muhammed Müftî" diye hitâb ederdi. Bundan başkasına fakîh
diye hitâb etmez ve yazmazdı. Abdullah bin Vehb'e ayrıca "Dîvân-ül ilm"
yâni İlmin kütüphânesi denilmiştir. Hadîs-i şerîf ilminde hâfız, yüz
bin hadîs-i şerîfi, râvileri ile birlikte ezbere bilen ünvânı verildi.
Kendisinden rivâyet edilen hadîs-i şerîflerin sayısı yüz bin
civârındadır. İmâm-ı Mâlik'in talebelerinden, hocası tarafından en çok
sevilen ve sünneti en iyi bilen olduğu rivâyet edilmektedir. Ahmed bin
Sâlih; "İbn-i Vehb'den daha fazla hadîs-i şerîf rivâyet eden birini
tanımıyorum." dedi.
Hazret-i Abdullah bin Vehb,
fıkıh
ilminde de çok yüksek idi. Bu yüzden, kendisi için; "Hadîs ilmi ile
fıkıh ilmini cem' eden." buyruldu. Bir defâsında, İmâm-ı Mâlik'in
huzurunda, İbn-i Kâsım ile İbn-i Vehb'den bahsediliyordu. İmâm-ı Mâlik;
"İbn-i Vehb bütün ilimlerde âlimdir. İbn-i Kâsım ise sadece fakîhdir."
buyurdu.
Medîne ahâlisi bir meselede
ihtilaf
ettikleri vakit, İbn-i Vehb'in gelmesini beklerler, geldiği zaman
ihtilaf ettikleri meseleyi kendisine arzedip verdiği fetvâyı kabûl
ederlerdi.
Abdullah ibni Vehb buyurdu
ki:
"Allahü teâlâ beni, İmâm-ı Mâlik ve Leys bin Sa'd vesîlesi ile dalâlete
düşmekten kurtardı." "Bu nasıl oldu?" diye sordular. "Ben hadîs-i
şerîfleri toplamakla meşgûl iken, bana ulaşan çeşitli rivâyetler
karşısında şaşırıp kalmıştım. Ne zaman ki, İmâm-ı Mâlik ve Leys bin
Sa'd hazretleri ile karşılaştım. Onlar beni, şu rivâyeti al, şunları
alma. Bu hadîs-i şerîfin mânâsı şudur. Şunun mânâsı şöyledir, diye îkâz
ettiler. Böylece şaşırmaktan ve dalâlete düşmekten kurtuldum." buyurdu.
Bir defâ, zamanın halîfesi,
kendisine mektup yazıp, kâdı olması için teklifte bulundu ise de,
mesûliyetinin çok ağır olması sebebiyle kabûl etmedi. "Niçin kabûl
etmiyorsunuz? Allahü teâlânın kitâbı, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi
ve sellem) sünneti ile hüküm verirsiniz." diyenlere; "Bilmiyor musunuz?
Kıyâmet günü âlimler peygamberler ile ve kâdılar sultanlar ile berâber
haşr olunacaklar, berâber diriltilecekler." buyurdu.
Öğrendiği ilmi başkalarına da
öğretti. Bu şekilde yetiştirdiği talebelerin en meşhurları arasında
kardeşinin oğlu, Ahmed bin Yûsuf et-Tenîsî, Ahmed bin Sâlih el-Mısrî,
İbrâhim bin Münzir, Yahyâ bin el-Mekâbirî bulunmaktadır.
Yahyâ bin Bekir diyor ki:
"Hazret-i
Abdullah ibni Vehb'in ömrünün üçte biri, kendi nefsini terbiye ve
hesâba çekmekle, üçte biri ilim öğretmekle ve üçte biri de hacca gidip
gelmekle geçmiştir."
Otuz altı defâ hac ettiği
rivâyet edilmektedir.
İmâm-ı Ahmed bin Hanbel'e
İbn-i Vehb hakkında sordular. Buyurdu ki:
"İbn-i Vehb akıllı, din ve sâlih ameller sâhibidir."
Abdullah ibni Vehb hazretleri
bir
gün bir kimsenin; "(Kâfirler) (Cehennem) ateşinin içinde birbirleriyle
çekişirlerken, zayıf olanlar, o büyüklük taslıyanlara; "Biz size
uymuştuk, şimdi ateşin birazını bizden savabilir misiniz?" derler."
(Mü'min sûresi: 47) âyet-i kerîmesini okuduğunu işitti. Titremeye
başladı ve uzun müddet kendisine gelemedi.
Bir gün talebeleri kendisine;
"Korktuğumuzdan emin olmak için ne yapalım?" dediler. O zaman onlara
Peygamber efendimizin şu hadîs-i şerîfini okudu:
"Biriniz bir yere indiği
zaman,
(Eûzü bi-kelimâtillahittâmmâti min şerri mâ haleka) desin. Çünkü oradan
gidinceye kadar hiç bir şey ona zarar ve kötülük yapmaz."
Yine kendisinden; duânın
kabûl edilmesi, hayır ve misâfire ikrâmdan
soruldu. O zaman şu hadîs-i şerîfleri okudu:
"Kul günâh veya kat'-ı rahm
(sılayı
rahmi terk) dâvâsında bulunmadıkça ve acele etmedikçe duâsı kabul
edilir." Eshâb-ı kirâm; "Yâ Resûlallah, acele etmek nedir?" diye
sorunca; "Duâ ettim de kabul edildiğini görmedim der ve o anda vaz
geçerek duâyı bırakır." buyurdular.
Bir kimse Peygamber
efendimize suâl
edip "Müslümanların hangisi daha hayırlıdır?" dedi. Resûlullah
(sallallahü aleyhi ve sellem); "Elinden ve dilinden müslümanların emîn
olduğu kimsedir." buyurdu.
"Her kim Allah'a ve âhiret
gününe
îmân ederse ya hayır işlesin, yahud sussun. Her kim Allah'a ve âhiret
gününe îmân ederse, komşusuna ikrâm etsin. Her kim Allah'a ve âhiret
gününe îmân ederse, misâfirine ikrâm etsin."
Bir gün huzurunda kendisinin
telif
ettiği Kitabu Ahvâl-il Kıyâme isimli eserinden, kıyâmet hallerine ait
mevzular okunuyordu. Kitap bittiğinde, benzi sararmış, yüzünün kanı
çekilmişti. Bundan sonra hiç konuşamadı ve birkaç gün sonra vefât etti.
Abdullah ibni Vehb'in son
sohbetindeki nasîhati; "Kişinin beğendiği şeyi başkası için de
beğenmesi güzel olur. Kendisine faydası olmayanın başkasına faydası
olmaz." şeklinde idi.
Abdullah ibni Vehb hazretleri
İmâm-ı Mâlik'den duyduğu hadîs-i şerîfleri, eserleri (Eshâb-ı kirâmdan
nakledilen sözleri), edeb ve terbiye ile alâkalı meseleleri toplayıp
El-Mücâlesât adında bir kitap meydana getirdi. Ayrıca, hadîs ilmine
dâir El-Câmi adlı iki cildlik eseri ve yine Muvatta-ı Sagîr, Muvatta-ı
Kebîr, Kitâbu Ahvâl-il-Kıyâme ve Tefsir-ul Kur'ân adlı eserleri vardır.
|