Büyük
velîlerden. Kastamonulu olup, doğum târihi bilinmemektedir. İskilib'den
Acem Ali'si demekle mâruf akıllı, güçlü-kuvvetli, dindar ve şerefli bir
kimsenin oğlu idi. Babasına Acem Ali'si denmesinin sebebini şöyle
naklederler:
Acem
diyarından Anadolu'ya namlı bir
pehlivan geldi. Çorum sancağında yenmedik pehlivan bırakmadı. Büyük
gurura kapıldı. İstanbul'a gitmek üzere hazırlık yaparken, Abdülbâki
Efendinin babası Ali Pehlivanla güreştirdiler. Ali Pehlivan, Acem'i
yendi ve ondan sonra Acem Ali'si diye anıldı. Oğlu Abdülbâki de kendisi
gibi güçlü, kuvvetli olup pehlivanlık meziyetlerine sâhip bir gençti.
Fakat bunu güreşçilikte kullanmadı. Kendi nefsiyle güreşip dünyâ
zevklerinden gönlünü ayırdı. İstanbul'a giderek tanınmış ilim
adamlarından din ve fen ilimlerini tahsîl etti. Bu sırada gözlerine bir
hastalık gelerek bir gözü kör oldu.
Abdülbâki
Efendi zâhirî ve bâtınî
ilimlerde âlim derecesine varmasına rağmen kendisinde bir boşluk ve
eksiklik hissediyordu. Kalbi aşk-ı ilâhî ile yanıyor ve bir mürşidin
eteğine tutunmak için can atıyordu. Bu sebeple kendisini tasavvuf
yolunda ilerletebilecek bir mürşid-i kâmil aramaya başladı. O ilâhî
aşkla yanıp kavrulduğu bu günlerinde Yûnus Emre'nin şu sözlerini
dilinden düşürmezdi:
Gel
ey kardeş Hakk'ı bulayım dersen
Bir
kâmil mürşide varmasan olmaz
Resûlün
cemâlin göreyim dersen
Bir
kâmil mürşide varmasan olmaz.
Niceler
gittiler mürşid arayı
Arayanlar
buldu derde devâyı
Bir
kez okur isen akdan karayı
Bir
kâmil mürşide varmasan olmaz.
Rumeli'de
Bâlî Efendi ve Anadolu'da Şeyh
Şâbân-ı Velî gibi herkesin sevdiği örnek insanların bulunduğunu
öğrendi. Fakat hangisinin hizmetine varacağını bilemedi. Tereddüd
hâlinde iken birkaç defâ Şâbân Efendi'ye gitmek için içinde ilâhî bir
his uyandı ve Şâbân-ı Velî'ye gitmeye karar verdi. İstanbul'dan
kalkarak Kastamonu yoluna düştü. Günler süren yorgunluk ve sıkıntı
sonunda yürüyerek şehre geldi. Doğruca Hisarardı'ndaki Şâbân-ı Velî'nin
ikâmetgâhlarına varıp ellerini öptü. O can tabîbine hâlini arz etti.
Şâbân-ı Velî hazretleri isimlerini sorduklarında; "Abdülbâki" cevâbını
verdi. Bunun üzerine Şeyh hazretleri:
"İsmin
sâhibinin hâline tesiri vardır.
İnşâallah sülûk edip, evliyâlık makamlarında ilerleyip, hakîkaten
Abdülbâki (Bâki olan Allah'ın kulu) olursun." dedi.
Abdülbâki
Efendi yıllarca Şâbân-ı Velî
hazretlerinin dergâhında hizmet etti. Şeyhine karşı pek saygılı ve
hürmetkâr olup, tasavvuf yolunda ileri derecelere kavuştu. Şâbân-ı Velî
hazretleri onun için:
"Eğer
bizim Abdülbâki'nin bir gözü daha
olsaydı, ince mânâları mütâlaa ederken, kitâbı delip öte yana geçerdi."
demiştir.
Yine;
"Sen
zâhir ve bâtın gibi iki ilim ile
âlim ve ârif olacaksın. Yüksek makamlara çıkacaksın, balı yağa
katacaksın!" diyerek Abdülbâki Efendinin kemâl ehli olmasına işâret
ettiler. Çok geçmeden de kendilerine şeyhlik pâyesini vererek Çorum
halkına doğru yolu göstermek üzere gönderdiler.
Abdülbâkî
Efendi yıllarca burada
insanlara vâz ve nasîhat vermekle ve ders okutmakla meşgûl oldu.
Kıymetli halîfeler yetiştirerek memleketin her tarafına gönderdi.
O
insanlara doğru yolu göstermek için
bütün gayretiyle çalışırken Kastamonu'da Şâbân-ı Velî hazretlerinin
vefâtından sonra tekkeye şeyh olan Osman Efendi ile Hayrüddîn Efendi de
vefât etmişlerdi. Hayrüddîn Efendi vefât edince dervişler bir araya
geldiler. Abdülbâki Efendinin şeyhlik makamı için uygun olduğuna karar
verdiler. Kendisine geldikleri zaman Abdülbâki Efendi onlara dedi ki:
Bir
gün hocam Şâbân-ı Velî hazretlerine
sizden sonra seccadeye kim gelir diye sormuşlardı. O da; "Osman gelir,
sonra Hayrüddîn gelir, sonra seccade sahibini bulur." demişti.
Elhamdülillah bu hizmete lâyık görüldük, diyerek Kastamonu'ya geldi.
Şâbân-ı
Velî hazretlerinin tekkesinde
İslâmiyeti yaymağa, halkı irşâda başladığı zaman herkes cân u gönülden
ona dost ve talebe olmağa başladı. Cumâ günleri, mûteber tefsîr
kitaplarından alarak Kur'ân-ı kerîm âyetlerini tefsîr eder, hadîs-i
şerîfler naklederdi. Böylece halkın büyük kısmını da tarîkatin
içerisine cezbetti. O kürsüde konuşurken herkes hayran hayran dinlerdi.
Kastamonu ulemâsının pekçoğu Abdülbâki Efendiye talebe oldu. Bu şevk
içinde pekçok kâmil insan yetişti ve etrâfa hilâfetle gönderildi.
Abdülbâki
Efendi memleketini ve
talebelerini görmek için gittiği İskilip'te hastalanarak vefât etti.
Kabri İskilip'tedir. Şâbân-ı Velî tekkesinde on bir yıl şeyhlik yaptı.
Vefât târihi 1589 (H.997)' dur.
Şeyh
Abdülbâki Efendinin pekçok kerâmeti
görülmüştür. Ancak o kerâmetlerinin anlatılmasından hiç hoşlanmazdı.
Sık sık etrafına bunu hatırlatır, ölümünden sonra bile söylenmesini
istemezdi. Bu yüzden kendisine çok bağlı olan talebelerinden
Ömerü'l-Fuâdî Efendi yazdığı Menâkıbnâme'de Abdülbâki Efendinin
kerâmetlerinden bahsetmemiştir.
|