Cinler |
Cinler
"Cin"
lafzı ile çok kere insan karşılığı bir varlık kastedilir. Bu kelimenin
müfredi "Cinni"dir. Frenklerin "Genie", Latinlerin "Genius" dedikleri
de budur. (Hak Dini Kur'an Dili c. 7, s. 5381)
Kur'an-ı
Kerim tetkik olunduğu zaman, cinnin yalın bir ateşten hem de çok
zehirli bir ateşten yaratıldığı görülmektedir. "Ateşten yaratılmış,
muhtelif şekillere girebilen cism-i latif" diye tarif edilen cin, bir
Hadis-i Şerifte şöyle açıklanmaktadır: "Melekler, nurdan; cinler,
dumanı kesilmiş yalın bir ateşten yaratıldı. Adem (aleyhisselam) ise,
size vasf olunan (toprak) dan yaratıldı."
Ateş
üç şeyi bünyesinde toplamıştır: Nur, duman ve alev. Nurun ışığı,
dumanın karartısı, alevin de zarar verici bir hali vardır. Ateşten
yaratılan cin, mahiyetindeki hususiyetlere göre, iman ve salaha; küfür
ve dalalete müsait bulunmaktadır. Bu itibarla cin taifesinden mü'min
olan da vardır, kafir olan da bulunmaktadır. Onların salihleri de,
kötüleri de mevcuttur.
Cinnin
yaratıldığı zamana açıklık getiren bir Ayet-i Kerimede şöyle
buyurulmaktadrr: "Andolsun ki biz, insanı kuru bir çamurdan suretlenmiş
bir balçıktan yarattık; cânnı da daha önce çok zehirli bir ateşten halk
ettik."
Cinlerin
mahiyetleri
cism-i latif olduğu için Peygamberler ve velilerden başkası cinleri
yaratıldıkları surette göremezler. Gerek cinlerde gerekse şeytanlarda
yiyip içme vardır. Bu hususu sahih hadisler ortaya koymaktadır.
Peygamber (sav) Efendimiz buyuruyorlar ki: "Şeytan hiç şüphesiz, sol
eli ile yer, sol eli ile içer." Şeytan, besmele çekmeden yemeğe
oturanların sofrasına sokulur ve onlarla birlikte yemeğe başlar.
Peygamber
(sav) Efendimiz'e iman etmek üzere gelen Nasibin cinleri, Resul-i Ekrem
(sav)'den yiyecek bir şeyin tahsisini niyaz etmişlerdi. Bu hususu
açıklayan bir Hadis-i Şerifte şöyle buyurulmaktadır: "Ben, cinlerin
kemik ve tezeğe uğradığında onlar üzerine yiyecek bulmaları için
Allah'a dua etmiştim.", "Tezek ve kemikle taharet almayın. Çünkü
bunlar, cinlerden kardeşlerinizin azığıdır."
Cinlerde evlenme ve çoğalma vardır. Onların cism-i latif
olmaları, üremelerine engel değildir.
Cinlerle
ilgili bilgiler doğrudan ve işaret
yoluyla verilmektedir. Hadislerin ışığında açıklanma gerekirse insan
benzeri
varlıklardır.
Yeryüzünde yaşadıkları gibi göğe de yükselebilirler. Bizim anladığımız
manada ateşsel değil ışınsal yaratıklar olması muhtemeldir. Işığın
enerjiye dönüştürülmesinde sağlanacak ilerlemelerle birlikte
onlarla ilgili bir sır perdesininde kalkması beklenilmektedir.
Cinlerinde
erkeği ve dişileri olduğu gibi onlarda ürerler ve ölürler.
Akıl ve irade sahibidirler. Onlar da insanlar gibi emir ve
yasaklara uymak Allah'a ibadet etmek için yaratılmışlardır. İnsanların
peygamberleri onlarında peygamberleridir. Cennetle de
nimetlendirilecekleri olduğu gibi Cehennemle de azablandırlacak
olanları
vardır.
Yeryüzündeki
çalışmaları devam etmekle beraber, peygamberimizden sonra gökyüzüne
çıkıp bilgi edinme girişimleri, koruyucu
melekler ve delici alevlerle engellenmiştir.
Farklı
kültürel seviyelerdedir. Hz.Süleyman devrinde ileri derecede
bilimsel ve sanatsal etkinlikleri görülmüştür. Ordu da yer
aldıkları gibi, mühendislik, ustalık ve dalgıçlık görevi yapmışlar,
heykeller, büyük havuzlar ve sabit kazanlar inşa etmişlerdir.
Cinler,
ne
geleceği bilerler ne de kendileri dışında olan olayları bilebilirler.
Gayb bilgisi Allah'a mahsustur.
Bilmediğimiz
yöntemlerle zarar verme kapasitesine sahip şeytanlaşmış
cinler vesvese verebilir, kalplerimize şer tohumları
ekebilirler. Dinimizde haram olan büyü türü işleri oyunlarına alet
edebilirler. Ancak şu unutulmamalıdır ki mahiyeti
bilinmeyen
fısıldamalar dışında hayatımıza müdahale yetkileri yoktur. İnançlarını
yaşayan, Allah'ı zikreden ve kendilerinden Allah'a sığınan
müminler üzerinde cinlerin hiç mi hiç etkileri yoktur.
Peygamber
(sav) Efendimiz'e cinlerden iman
eden olmuş mudur?
Evet, olmuştur. Nasibin
cinlerinden bir heyet Batn-ı Nahle'ye uğramışlardı. Orada iken
Peygamber (sav) Efendimizin okuduğu Kur'an-ı Kerim ayetlerini
dinlediler ve iman ettiler.
Cinlerin
yiyecekleri nelerdir?
Besmele ile kesilmiş
hayvanların kemikleri cinlerin yiyeceğidir. Peygamber (sav) Efendimiz
bu hususu açıklayan bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:
"Tezekle ve kemikle taharet almayın. Çünkü bunlar, cinlerden
kardeşlerinizin azığıdır" Cin taifesi, Peygamber (sav) Efendimiz'in
duası ve mucizeleri sebebiyle, kemiği, üzerindeki eti ile; tezeği de
arpa ve saman şeklinde görmekte ve ondan açlıklarını gidermektedirler.
Cinlerle
insanlar arasında evlilik olabilir
mi?
İki tarafın rızasına ve
icap ile kabul esasına dayalı bir nikah akdi ile cin ve insan arasında
evlilik cereyan edemez. Bir cinnin insana saldırması ve onu aldatması
akla gelebilir. Tecavüzün vukuu, aralarında evliliğin meşru olduğunun
delili olarak gösterilemez. Gerek sevgi, gerekse yiyip içmek yönünden
insanlar ile cin arasında uyuşmazlık mevcuttur. Bu ayrılıklar sevginin
doğmasına, evliliğin tesisine ve hele devamına mani bulunmaktadır.
(Hulasatü'l Beyan fi
Tefsiril Kur'an)
Cinlerde
ölüm var mıdır?
Evet, ömürleri dolunca
onlar ölürler. Peygamber (sav) bir dualarında, Cenab-ı Hakk'a şöyle
niyaz etmişlerdir: "Sen öyle bir Hayy'sin ki asla ölmezsin, halbuki cin
ve insanlar ölürler."
(Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Cinlerin
Ömürleri Ne Kadardır?
Cinlerin
ömürleri, insanların ortalama ömür süreleri olan 70 senenin yaklaşık 10
ila 13
katı, yâni 700 ile 1000 sene arasında değişmektedir. Ancak bazı
Cinlerin
ömürlerinin 1400 seneye yakın bir zamanı kapladığı da bu sahada ihtisas
sahibi
olan kişilerce belirtilmektedir.
Halk
arasında 'Cin başka, şeytan başka'
diye bir söz vardır. Bunun doğruluk derecesi nedir?
Cevap: Cin ile şeytan,
yaratıldıkları madde itibariyle birbirinden ayrı birer varlık
değildirler. Aralarındaki ayrılık sadece iman edip etmemeleri
itibariyle olmaktadır.
Cinler,
inanç yönünden insanlarda olduğu
gibi birçok sınıflara ayrılmakta mıdır?
Cevap: Evet, cinler önce
iman etmiş olmak veya kafir olarak kalmak yönünden ikiye
ayrılmaktadırlar. Kafir olanlarının müşrik olanları bulunduğu gibi,
İsevi ve Musevi olanları da vardır. Peygamber (sav) Efendimize iman
eden Nasibin cinleri Yahudi idi. Onların iman edenlerinin ehl-i sünnet
mezhebinden olanları bulunduğu gibi, bid'at ehlinden olanları da
mevcuttur. Bir mezhebi taklit edenlerin Hanefisi, Maliki olanı, Hanbeli
ve Şafii mezhebinden bulunanı vardır.
Cinlerde ibadetle
mükellefiyet var mıdır?
Sure-i Zariyat'ın 56. Ayet-i
Kerimesi, onlarda
mükellefiyetin bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Cenab-ı Hak,
bahsi geçen Ayet-i Kerimede, "Ben cinleri de insanları da ancak bana
kulluk etsinler diye yarattım" buyurmaktadır.
Cinlerde Allah'a (cc)
karşı sorumluluk var mıdır?
Mükellefiyet olunca
sorumluluğun olacağı tabiidir. Cenab-ı Hakk bir Ayet-i Kerimede bunu
şöyle açıklığa kavuşturmaktadır: "Ey cin ve insan cemaati, içinizden
size ayetlerimi nakleden, bu gününüzün gelip çatacağını inzar ile haber
verir peygamberler gelmedi mi size?"
Sure-i Enam, 130
Cinler cennete
girecekler mi?
Cevap: Abdü'l-Vehhab Şarani
Hazretleri, Rahman
Suresi'nin 56. Ayet-i Kerimesi ile delil getirerek, onların cennete
gireceklerini ifade etmektedir.
Cincilik yapmak, yaptırmak
doğru mudur? Cinleri toplayıp dağıtan ve gaybı bilen hoca var mıdır?
Bu gibi işlerle meşgul olmak ve yaptırmak asla doğru
değildir. Gaybı Allah'tan (cc) başkasının bilmesi düşünülemez.
|
Cin Görünür
mü? |
Cinlerin
insanları görmelerine bir mani yoksa da vücut yapılarımızın
farklılığı sebebiyle insanların onlarla işitilebilir ve görülebilir
fiziksel bir beraberliğe girmelerinde engeller bulunmaktadır. Bunun
yanı sıra peygamberler ve seçilmişlerin kendileri ile
görüştükleri gerçektir. Doğruluklarına artık neredeyse kuşku
duyulmayacak
şekilde çoklukla yaşanan, belki de siz şu satırları okuyanlarında
yaşadığı ve yaşanmaya devam eden olaylar, bir cin
maskaralığı
olan ruh çağırma oturumlar ve benzeri
müşahedelere dayanan çeşitli TV kanallarının gizemli adlar altında
yayınladıkları istisnai olaylar insanlarla cinler arasında ilişki
kurulabileceğine bir kanıt olarak niye kabul edilmesin ki? Bu
arada
unutulmasın ki, onların hep görülmez olmadığını düşüncesine
saplanmayalım. Bazı şeytanlaşmış insanların varlığı malumlarınızdır. Bu
tip insanlardan Allah'a sığınılması Kur'an da
açıklanmaktadır.
|
Cinlerin Yurt veya Vatanları Varmı
dır?
|
Müfessirler Ahkaf Suresi'nin 29. âyeti
kerimesi olan. "Hani Kur’an’ı
dinlemek üzere cinlerden bir grubu sana yöneltmiştik. Onlar, onun
huzuruna gelince birbirlerine, “Susun!” dediler. Kur’an’ın okunması
bitince de uyarıcı olarak kavimlerine döndüler." âyet-i
kerimesinin tefsirinde Rasullullah (sav) dinlemeye gelen cinlerin
nerden geldikleri ve isimleri hususunda bir çok şey zikretmişlerdir.
"Bir de o zamanı hatırla ki cinlerden bir takımını Kur'ân
dinlemek üzere sana yöneltmiştik.." Bu yukarıdaki üzerine matuf
zannedilebilirse de değildir. "Yönelttiğimiz zamanı hatırla" takdirinde
yukarıdaki cümlesine matuftur. Arapça'da nefer kelimesi üçten ona ve
ondan kırka, kadar toplanmış bir cemaat hakkında kullanılır. Cin, insan
karşılığı gizli yaratıklardır. (En'am Sûresi'ndeki "Böylece biz her
peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yapmışızdır. (Enam, 6/112)
âyetinde bu kelimenin izahına ve Cin Sûresi'ne bkz.) Bu hatırlatmada
sırf ibret ve uyarı için bir kaç rivayette geldiğine göre bunlar Diyarbekir tarafından Nusaybin cinlerinden
imiş.
Ninovalı da denilmiştir.
Fahreddin Razî der ki: Bu olayın nasıl olduğu
hususunda iki görüş vardır: Birincisi, Said b. Cübeyr demiştir ki;
cinler gök kapılarını dinlerlerdi, ne zaman ki taşlanıp kovuldular
gökte olan bu olay her halde yerde bir şeyden dolayı olsa gerektir diye
sebebini aramaya gittiler. O sırada Hz. Peygamber (s.a.v) Mekke
halkının kendisine uymalarından ümitsiz olarak İslâm'a davet için
Taif'e çıkmıştı. Mekke'ye dönmek üzere bulunduğu zamana tesadüf
ediyordu. Batnı Nahil denilen vadide kalkmış sabah namazında Kur'ân
okuyordu. İşte oraya Nusaybin cinlerinin ileri gelenlerinden bir bölük
cin uğramıştı. Çünkü İblis onları göğün taşlamalarla korunmasını icab
ettiren sebebi öğrenmek üzere göndermişti. Kur'ân'ı işittiler ve
sebebin o olduğunu anladılar. İkinci görüş: Allah Teâlâ peygambere
cinleri de uyarıp davet etme ve kendilerine Kur'ân okuma görevini de
vermişti. Onun için Allah Teâlâ ona Kur'ân dinlemek ve kavimlerini
uyarmak üzere bir takım cin göndermişti. Ebu Hayyan da Bahir'de der ki:
Cin kısası iki defa olmuştu, birincisi Taif'ten dönüşündeki.
Siyercilerin anlattıkları kıssaya göre onlardan yardımcı aramaya
çıkmıştı. Nahle vadisinde namaz kılarken dinlediler, o bilmiyordu sonra
Allah Teâlâ onların dinlediklerini haber verdi. Diğer bir defasında da
Allah Teâlâ, Peygamber'e cinleri uyarıp onlara Kur'ân okumasını emir
buyurmuştu. Bunun üzerine bana cinlere Kur'ân okumam emredildi,
arkamdan kim gelecek dedi, bunu üç kere söyledi, Abdullah b. Mesud'dan
başkası ses çıkarmamış önlerine bakmışlardı. Abdullah b. Mesud (r.a)
demiştir ki: Cin gecesi benden başka kimse hazır olmadı, gittik.
Hacun'daki dağ yoluna vardığımızda bana bir hat çizdi, ben gelinceye
kadar bundan çıkma dedi, sonra Kur'ân okumaya başladı ben şiddetli bir
gürültü işittim hatta Resulullah'a bir şey olmasından korktum, onu
birçok karartılar kapladı, onunla benim arama engel oldu hatta sesini
işitmez oldum, sonra bulut parçalanır gibi parçalandılar, sonra bana
birşey gördün mü dedi. Evet beyaz elbiselere bürünmüş siyah adamlar
gördüm, dedim, işte onlar Nusaybin cinleri diye buyurdu. Taberi
tefsirinde der ki: Allah Teâlâ "Hani biz cinlerden bir takımını sana
yöneltmiştik" buyurduğu cin grubunun kaç adet olduğu hakkında
tefsirciler ihtilaf etmişlerdir. Bazısı yedi kişi idi, dedi. Bu
cümleden olarak İbnü Abbas'tan İkrime rivayet ederek demiştir ki Nusaybin halkından yedi kişi idiler.
Resulullah onları kavimlerine elçi yaptı, diğer bazıları da dokuz kişi
idi, dediler. Bunlardan Zirr b. Hubeyş demiştir ki Hz. Peygamber
(s.a.v) Nahle vadisinde iken "onun huzuruna vardıkları zaman" âyeti
indirildi. Dokuz idiler, birisi Zevbaa idi. sözü yani Allah'ın Resulüne
yönelttiği cin grupları peygamberin huzuruna vardıklarında demektir.
Alûsî de şunları kaydetmiştir. İbnü Ebi Hatim'in Mücahid'den rivayetine
göre yedi kişi idiler. Üçü Harran'dan,
dördü Nüsaybin'den, isimleri de: Hasâ, Mesâ, Şasır, Masır,
Elerdevanyan, Serme, el-Ahkam yahut el-Ahkab idi. Taberânî Evsat'ta ve
İbnü Merduyye cinnin Resulullah'a iki kere gönderildiğini
nakletmişlerdir. Hafaci'nin Şihab'ında Kâdi haşiyesinde Cin Sûresi'nin
tefsirinde denilmiştir ki hadisler cinnin gönderilmesi altı kere
olduğuna delalet etmektedir. Rivayetlerde gerek adet ve gerek diğer
hususta görülen ihtilaf da bununla bağlanmıştır. Nitekim Ebu Nuaym
rivayet etmiştir ki: Nüsaybin halkından dokuz kişi nahle vadisinden
gittiler, bunlardan fulan ve fulan ve fulan ve'l-Erdevanyan el-Ahkab
kavimlerine uyarıcı olarak vardılar, sonra da çıktılar. Resulullah'a
heyet halinde yetkili delege olarak geldiler üç yüz kişi idiler.
Hacun'a kadar geldiler el-Ahkab geldi Resulullah (s.a.v)'a selam verdi
ve kavmimiz seninle görüşmek üzere Hacun'da hazır bulunuyorlar dedi.
Resulullah da Hacun'da geceden bir saate söz verdi. İbnü Ebi Hatim de
İkrime'den bu âyette onların Musul
ceziresinden on iki bin olduklarını rivayet etmiştir. Bu adedi
Keşşaf'ta da hikâye eder. Resulullah'ın onlara okuduğu sûre yani Alak
Sûresi idi. Bununla beraber Bahir'de İbnü Ömer ve Cabir b. Abdullah
(r.a)'dan nakledilmiştir ki; Resulullah (s.a.v) onlara (Rahman)
sûresini okudu. "Rabbinizin hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz."
dedikçe, hayır Rabbimizin âyetlerinden hiçbir şey yalanlamayız "Ey
Rabbimiz sana hamd olsun" derlerdi. Bir de Ebu Nuaym Delâil'de
Resulullah'a cinlerin gelişinin, peygamberliğin on birinci senesinde
olduğunu rivayet etmiştir. Bu kıssanın hicretten üç sene önce olduğunun
söylenmesi de bu mânâdadır.
Bu rivayetlerden de anlaşıldığına göre cinler için bir yurt ve vatan
zikretmek doğrudur.
|
Cinler
Gelecekten
haber verirler mi? |
Cinler
gaipten haber vermez. Gaip, insan hissinin ve bilgisinin idrak
edemediği ve ulaşamadığı gizli şeylerdir. Kimi tarotçular, astrologlar
gelecekten haber verdiklerini iddia ederler. Doğru değildir. Gaibin
anahtarı sadece Allah'tadır. Müslüman cinlerle irtibat kuran kişinin
şuuru, maneviyatı yerinde ise cinlerle istişaresine güvenilebilir.
İstişare gelecekten haber vermek değildir. Tahminde ve yorumda
bulunabilirler. Büyük bir tepede oturan kişi her tarafı rahatça
görebilir. Tepenin eteğinde tren raylarının olduğunu düşünelim. Aynı
rayı kullanan iki tren olduğunu, tepede oturan görüyor, ama rayı
kullanan makinistler olayın farkında değiller. Aynı rayı kullanan
makinistler kendilerine ait raylara geçmezlerse kaza yaparlar. Tepede
bu olayı gören şahıs, bu manzara karşısında şöyle bir yorum yapabilir.
Biraz sonra her iki taraftan gelen trenler kaza yapacak, dediği
taktirde bu gaibe girmez. Yani bu falcılığa girmez.
Medyum
Mehmet Memiş
|
Cin
Çarpması Nasıldır? |
Cinlerin
tasallutu kendi bünyeleriyle ilgilidir.
Yaratılış olarak dumansız ateş tabir ettiğimiz şuurlu bir enerji
kütlesi
olan cinler, kendi bünyelerinden bir çeşit ışın olan manyetik akımlar
ve
enerjiler çıkarırlar. İnsan, bir molekül yığını olmasına rağmen o da
birçok
ışın üretir ve yayar. Hatta her insanın vücudu belli bir frekansta
enerji
dalgaları yayar, bu dalga boylarıyla insanlar arasında dostluklar
kurulur,
düşmanlıklar oluşabilir. Yalnız, cinler de insanlar gibi farklı
yapılara,
değişik ırklara mensupturlar. Su, ateş, hava, toprak karakterli çeşitli
cin toplulukları vardır, bu karakterleri yaşadıkları ortamdan ve
yerlerden
kaynaklanır.
İnsan vücudu,
kişiden
kişiye
değişen hassasiyette yaradılmıştır. Tıb
ilminde tesbit edilen akupunktur noktalarında olduğu gibi, insanın
manyetik
akım, ışın ve şua alan çeşitli vücut bölgeleri vardır. Bazı insanlarda
bu yerler doğuştan kapalıdır. Ne kadar manyetik akım ve enerji
göndersen
de almaz. Kimi insanlarda da bazı bölgeler hassas olabilir, gerek bir
büyü
sonucu, gerek tabiatta serbest dolaşan enerji akımlarından, gerek
manyetik
bulutlardan, gerekse doğrudan bir cinnî tesir sonucu rahatsızlık
meydana
gelir. Ortaya çıkan bu açıklık ve menfezden manyetik akım vücuda
yerleşir.
Evvelâ insanın sinirlerine, beyin sistemine tesir eder. Bu sefer,
vücudun
ürettiği enerji ve elektrik akımı düzensiz hâle gelir, en gelişmiş
röntgen
makinelerinin çekemediği, tesbit edemediği manyetik yaralar ve ağrılar
ortaya çıkabilir.
Manyetik akım, zamanla hücre düzenine tesir edebilir, biyolojik bazı
rahatsızlıklara da yol açtığı gibi, kişi artık psikolojik bir hasta
durumundadır.
Vücutta meydana gelen, beyindeki sinir tahribatı belki bazı tıbbî
ilâçlarla
tedavi edilebilir. Ama, hangi sebepten olursa olsun insan vücuduna
yerleşen
manyetik akım, ışın veya şua o bölgeden alınmalı, izale edilmelidir.
Burada
devreye, yaratılıştan metafizik âlemle irtibatlı, medyumluk özelliği
olan
insanlar ve büyük âlimler ile Hz. Peygamberden (s.a.v.) rivayet edilen
dualar devreye girer. Yalnız, sinirlere, beyne tesir eden şeyin
manyetik
bir akım veya maddî bir sebep olduğunu tesbit etmemiz gerekir.
Doğuştan
gelen bir kabiliyet
olarak elinde, gözlerinde manyetik enerji
yoğunluğu olan kişiler, insanların hangi bölgelerinin hassas olduğunu,
menfezlerin nerede bulunduğunu, hangi yerden akım aldığını ânında
tesbit
edebilir. Cinler, tesir ettikleri kişileri, böyle insanlardan
uzaklaştırmaya
çalışırlar. Çünki, kendi manyetik akımlarını ancak, dualar ile manyetik
okumalar ve müdahaleler giderebilir.
|
Cinlerden
Dostlarımız
Var mıdır? |
Bilinmelidir
ki cinlerin muminleri, insanların müminleri gibi bizim
kardeşlerimiz, dünya ve ahiret dostlarımızdır.
Bizler
gibi
mükellef varlıklar olan cinler kendileri gibi görünmeyen
olan, müşterek düşmanlarımız olan şeytanlar tarafından saptırılmaya
çalışılmaktadır. Görrünmez olmalarından dolayı onları
birbiriyle karıştırmamak lazımdır. Şeytanlar cinlerden farklı olup
şerlere odaklanmış varlıklardır.
Varlıkları
peygamberimiz tarafından açıklanan cinler aleminin hayvanları,
mükellef varlıklar olan cinlerle karıştırılarak cinlerin yılan ve köpek
gibi suretlere girdikleri yanılgısına
düşülebilinmektedir.
Allah'a muhatap olma yüceliğine erdirilmiş, Kur'an insanı olmaya aday
varlıklar olan sorumlu cinlerin hayvan suretlerine sokulup
korku salınması maalesef hadislere kadar sokulabilmiştir.
Bir
diğer
yanıltıcı husus da bazı hadisler de hastalık etkeni olarak
gösterilen ve görünmez olma nitelikleri sebebiyle kendilerine
görünmez varlıklar anlamına cin denilen mikroplar türünde varlıkların,
mükellef varlıklar olan cinleranlamına algılatabilmesidir. Bu
bir hatadır, bu hataya düşmemelidir.
Kaynak: Metafizik Dünya
|
İnsanlara
zarar verebilirler mi? |
İman
etmeyen
cinler insanlarla içiçe yaşadıklarından birçok kimsenin ne durumda
olduklarını bilirler ve cinler kendi aralarında birçok insan ile ilgili
konuşmalar yaparlar. İnsanların manevi olarak hassaslaştığı, sıkıntılı
olduğu dönemlerde, ekseriyetle kalplerine ve beyinlerine hükmederek
bilhassa vesvese yolu ile sıkıntı verirler, yanlış yollara sevk etmek
için yönlendirirler. İnsanları, imanlarından uzak tutabilmek için
ellerinden ne geliyorsa yaparlar. Kimi insana vesvese ile, kimisine
görünmek sureti ile kendilerini hissettirirler. Yılan, akrep, kedi,
köpek ve deve halinde görünürler. Cinler değişik şekil ve suretlere
girebildiklerinden dolayı, herhangi bir insan sureti ile de
gözükebilir. İnsanlara musallat döneminde ekseriyette geçmişi
hatırlatırlar. Cinlerin musallat olması ise bu şekilde başlar.
Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: "Cinlerin
ve insanların nazarından Allaha sığınırım." Yine bir hadis-i şerifinde
"Şeytan yani şeytan cinler adem oğlunun damarlarında kanının dolaştığı
gibi dolaşır" demektedir. Cinler ekseriyette rahatsız ettiği insanların
gözlerine bir takım hayali görüntüler verirler.
Medyum
Mehmet Memiş
|
Cinlerin,
İnsani
Yönlendirmeleri |
Bu
tip aldatmalar genelde bir kişinin uyutulması (transa geçirilmesi)
sonunda o cinnin;
-Ben
Mevlana`nın ruhuyum!!!..
-Ben
.......... babayım!!!..
Şeklinde
kendisini tanıtarak orada bulunan kişilerle bağlantıya geçmesi sonunda;
veya
kalemle yazı yazarken kalemin kendi kendine yazmaya başlaması ve
böylece o cinnin kendisini;
-Ben
filanca kişiyim!!!..
Diye
tanıtmaya başlamasıyla;
Veya,
gene cinnin filanca evliyadan olan kişİnin şekline bürünerek o
kişinin
gözüne görünmesiyle gerçekleşmektedir...
Bunlardan
başka, tesadüf etmediğimiz şekillerde de olması mümkündür...
Bizim
bugüne kadar tesbitini yaptıklarımız, bu sahada daha fazla yukarıda
anlattığımız üç şekildedir...
Meselâ
gelen şahıs;
-"Ben
Mevlâna`yım!." der...
Sonra
da orada bulunanlara tabiri uygunsa
okkalı bir selam verir... Ve sonra da ağır bir lisanla konuşmaya
başlar...
Gerçekten,
incelendiği zaman görülür ki, o uyutulan kişinin kapasitesi dışında bir
konuşma
şekli ve bilgiler ortaya çıkmaktadır...
İşte
bu durumda, cinlerin varlığını akla bile getirmeyen o kişiler
otomatik
olarak, kendilerine hitâbedenin "MEVLÂNA", veya "........Baba"
olduğuna inanırlar...
Bilhassa
günümüz insanlarının dini konulardan, ruh, cin gibi
varlıklar
hakkındaki bilgilerden uzak olması yanısıra; üstelik buna bir de
insanın
yapısındaki gizliye olan ilginin çekiciliği eklenirse, bu konuşan
varlığa
inanmanın ne kadar kolay olduğu ortaya çıkar...
Düşünün
ki, karşınızdaki bir kişi uyutuluyor ve sonra da konuşmaya başlıyor,
karşınızdaki yakından tanıdığınız kişi ile uzak yakın hiç ilgisi
olmadık
şekilde!... Üstelik bir de sizin geçmişte yaptığınız birtakım işlerden,
veya o
gün oraya gelmeden yaptığınız ve sadece sizin bildiğiniz şeylerden
bahsediyorsa!...
İşte
böylece, yavaş yavaş o uyutulan kimsenin ağzından konuşmaya başlayan ve
filanca
velinin ruhu olduğunu bildiren cinin etrafına birçok insan toplanmaya
başlar...
Bu
durum sonunda, o kişinin çevresine toplananların yapıları incelendiği
zaman, hemen hepsinde ortak bir özellik
görülür;
Pek
çoğu son derece iyi niyetli, samimi dine saygılı, dinin bir çok
şartlarını
yerine getirememekten üzüntülü, bir kurtuluş yolu arayan; ancak bütün
bunlara
karşılık, dini bilgileri son derece zayıf kişilerdir bunlar...
İşte
böylece ben filanca babayım, veya "MEVLÂNA"nın ruhuyum diye
kendini onlara tanıtan cin, bunların ortak yönlerini istismar
etmiş;
sonunda büyük bir kalabalığı çevresine
toplamış olur...
Bu
arada yavaş yavaş çevresine toplananların rüyalarına girer; onların
bazı gizli
hallerini onları üzmeyecek şekilde açıklar; ve böylece onların bu ortak
yönlerini istismar ederek onları iyice
kendisine bağlar...
Daha
sonra, zamanın şartları dolayısıyla bir müceddid gelemiyeceğini,
bu
sebeple insanların artık sadece bu kanallarla uyarılacağını
onlara anlatıp; onları bazı şeyler yapmaya sevkeder...
Namaz
kılmalarını; sadaka vermelerini;
Ramazanda oruç tutmalarını; iyilik yapmalarını; kötülüklerden
kaçınmalarını;
başkalarını kendilerinden fazla düşünmelerini telkin ederek, insanlık
duygularını harekete geçirerek kendisine bağlar... Bu birinci
aşamadır!...
İkinci
aşamada ise, esas şeytanlığını ortaya koymağa başlar...işte bu
aşamada,
ancak dini çok iyi bilen kimselerin tesbit edebileceği bir
takım inanç
bozukluklarını onlara empoze etmeye başlar... Ki esas oyun
da
işte burada
başlar...
Bazılarını
"Vahdeti
Vücûd" görüşüne
sokar!... Ancak bu isim altında anlatılan gerçekte "vahdeti vücûd"
anlayışı olmayıp, "PANTEİST" görüştür; "Vahdeti
Vücûd" asla değildir!... kii böylelikle onları, kendilerinin "ALLAH"
olduğuna inandırmaya çalışır...
Ya da
reenkarnasyon, yani yeniden bir bedene
girerek dünyaya
gelineceğini
ileri
sürerek; Mevlâna`nın bazı tasavvufî sözlerini örnek
getirmeye
çalışır...
Böylece
onları yanlış itikadlara saptırmaya başlar...
Nitekim
onların bu durumlarını yakından takip eden dinî bilgilere sahip olan
bir kişi
onların İslâm`a uymayan yanlarını teker teker tesbit edebilir...
Kalemle
aldatma ise, yukarıda
anlattığımızdan daha basit bir yoldur...
Bu
yolda kiş kendisiyle temasta olanı kesinlikle görmez...
Kalemi
yazı yazar gibi kağıt üzerinde tutarken, kalem kendiliğinden yazmaya
başlar...
Önce
kendine bir isim takarak meselâ:
Ben
Mevlâna Celâleddin-i Rumi`yim!.. Ey bahtiyar kişi, ey "ALLAH" yolunun
yolcusu, seni selâmlarım!..
Diye
yazdırır... Yazan hayretler içinde kalmıştır. Ve devam eder...
Artık
kalem kendiliğinden yazmaya alışmıştır!..
Onu
yüksek bir kişi, zamanın en ileri gelen velilerinden biri olduğunu
söyler ve
ona evliya olduğuna dair birçok inandırıcı deliller vermeye çalışır...
Aklından
geçen soruların cevaplarını kağıt üzerinde yazmaya devam eder....
Bu
çeşit kişi önceleri kalemin ne yazacağını bilmese de, ileride dikkat
etmeye
başladığı zaman, yazmadan önce o harfin veya kelimenin hatta daha
sonraları da
bir kaç kelimelik cümlelerin yazmadan önce kafasına geldiğini tesbit
eder...
Bundan
sonra, filanca lakaplı cin ona şiirler, kitaplar yazdırır; çeşitli
kişlerin geçmişteki yaptıklarını anlatmaya başlar... Bu arada, onun
itmadını
kazanmak gayesiyle bazı geleceğe ait kehânetlerde bulunur...
Bu
konuda bir örnek verelim:
Bundan
1-2 yıl önce Ankara`da bir grubun yaptığı toplantılara kendini;
-Beşir-il
Kirami isimli melek!!!..
Diye
tanıtarak gelen cin, geleceğe ait bazı kehanetlerde bulunmuş ve
özetle;
-Yaklaşık
1974-75 yılları civarında üçüncü dünya savaşının çıkacağını; bu arada
israil`in
Arapları büyük bir yenilgiye uğratarak Türkiye sınırlarına kadar
genişleyeceğini; Türkiye`nin üçüncü dünya savaşında pek az bir kayıpla
kurtulacağını, 1980 yılı civarında da MEHDİ`nin Türkiye`den çıkacağını
söylemiştir; Ki bu iddiaya göre
de, "MEHDİ" diye
beklenen kişi meleğin(!) ağzından konuştuğu, yaşı
50`yi bulmuş ve hiç bir özelliği olmayan kişi
olacaktır...
Demiştik
ki, CİNler bir de velilerin şekillerine bürünerek, bir
kişiye
görünüp onu bu görüntüleriyle aldatıp kendilerine bağlarlar...
Gene
bu çeşit aldattıkları kişiler de, genellikle dinî bilgilerden yaklaşık
olarak tamamen denecek kadar uzaktır.
Böyle
bir görüntüyle birdenbire karşılaşan
kimse, önce adeta bir
şok geçirir... Sarıklı, cüppeli, yani
eski kıyafetli olarak karşısında gördüğü bu kişiye inanmamak onun
elinde
değildir artık... Ve inanır!..
Artık
ne söylerse onu yapmaya başlar... Ondan duyduğu birçok şeylerle
çevresine bir
hayli insan toplar... Ancak onun bu gördüğünü çevredekiler
göremezler... O ne
anlatırsa ona inanmak zorundadırlar... Fakat bir süre sonra, o
çevresinde
toplandıkları kişinin gördüğü şahsı, bazıları rüyalarında görmeye
başlarlar...
Hattâ
o kişi bazan çevresindekilerden kendisine tamamıyla bağlanmış olanlara
bu zâtı
(!) gösterebilir de!.. Böylece artık kendisine son derece bağlı bir
topluluk
meydana getirmiş olurlar...
Bu
arada o kişi, kendisine değişik kıyafetlerle görünen aynı cinni değişik
kişiler sanarak, kendisinin, başka evliyalarla bile görüşecek seviyeye
geldiğini zannetmeye başlar... Bazen de o cin yanına
arkadaşlarını alıp
onları çeşitli din büyükleri görünümünde göstererek o zavallı insanları
iyice
kandırıp kendine bağlar..
Nitekim
bazı kuvvetli cinne kapılmış kişilerin çevresindekilere, aynı
anda bir
kaç eski evliyanın kıyafetine girmiş cinni gösterebildiği; sanki
o kadar
büyük bir kişiymiş de, eskiden yaşamış evliyalar onu ziyarete gelmiş
havasını
verebildikleri tesbit edilebilir...
Hatta
bu konuda öyle durumlar meydana gelmektedir ki, bu kişi kendisinin
cinler
tarafından aldatıldığını bilmediği; ve kendisini cinnin yaptığı
fikir
aşılamaları sonunda çok büyük bir insan olarak gördüğü için, o anda
çevresindekilere ne kadar büyük evliya olduğunu göstermek gayesiyle bir
kaç
evliyanın huzuruna (!) girmesi için müsaade eder!!!.. Nitekim o
anda bulunulan yerin kapısı açılır
ve içeriye eski kıyafetler içinde 2 veya 3 hattâ 4 büyük ve meşhur
evliya
sûretinde cinler içeri girer...
Böyle
bir olayın meydana gelişinde zaten büyük bir heyecana kapılmış olan
orada
bulunan kişiler artık asla farkedemezler bu gelenlerin cin mi,
yoksa
hakikaten eskiden yaşamış bir veli mi olduklarını!... Bu olay şoke
etmiştir
onları!...
Artık
bu olayı kendilerine gösteren kişiye, âdeta bir tanrıymışçasına
bağlanırlar...
Ancak,
bunlardan hangi biriyle görüşülürse görüşülsün, hepsinin ortak
özellikleri,
daha önce de anlattığımız gibi, "cinleri inkâr etmek"
olacaktır..
"Ruh,
İnsan, Cin"
- Ahmed Hulûsi
|
Cinleri
Tanıtan Dört Özellik |
"CİNLER"in
çok önemli birkaç özelliği vardır ki, bu hususlar konuyu dikkatle
tetkik
edenlerin asla gözünden kaçmaz.
1.
CİNLER`de
mantıksal bütünlük yoktur.
2.
CİNLER`de
büyüklük duygusu aşırı
gelişmiştir.
3.
CİNLER`de
kendini kontrol mekanizması
çok zayıftır.
4.
CİNLER`de
sürekli tekrarlar mevcuttur.
Hangi
isim altında, dünyanın neresinde olursa olsun verdikleri tebliğlerde
daima
yukarıda saydığımız bu dört esası derhal müşâhede edebiliriz.
Şimdi
bu dört hususu açıklamaya çalışalım:
1-CİNLERDE
mantıksal bütünlük yoktur
Eğer
CİNLERDEN ya da kendi tanıtımlarına göre UZAYLILARDAN alınan
tebliğler
dikkatle tetkik edilecek olunursa, verilen konularda baştan sona
mantıksal bir
bütünlülük asla görülemez. Sürekli çelişkili beyânlar verilir. Bir
yerde
verilen beyân, bir başka yerde, ötekine ters düşer. Bunu kamufle etmek
için de
hemen bir yafta, bir kılıf sererler; "biz sizi düşündürmek,
imtihan
etmek, dikkatinizi ölçmek için bu çelişkileri koyuyoruz.’’
Oysa,
sürekli çelişki içindedirler. Bunun sebebi de "zekâ"ca güçlü
olmalarına karşılık "akıl" yönünden bir hayli ölçülü yapıya
sahip olmalarıdır. Pratik "zekâ" ile o an için o konuya bir
çözüm getirebilirler, ancak "akıl" son derece sınırlı olduğu
için, o anda buldukları çözüm mutlaka bir süre evvel verdikleri
tebliğlere; ya
da, bir süre sonra verecekleri tebliğlere, son derece ters düşerek,
büyük bir
çelişki oluşturacaktır.
2-CİNLERDE
büyüklük duygusu aşırı gelişmiştir.
Burada
bahsi geçen büyüklük, sadece duygusal büyüklük, gurur kibir anlamında
olmayıp;
birimsel ve boyutsal anlamdadır aynı zamanda.
Bir
yandan kendilerini yeryüzünün yöneticileri olarak gösterip insanları
buna
inandırmaya çalışırlarken; diğer yandan da birimsel ve boyutsal
büyüklüklerle
düşünceleri allak - bullak edip, çaresiz hâle getirme çabaları
içindedirler.
CİNLER,
kendilerinin insanlardan ne kadar üstün, büyük ve yüce olduklarına
inandırmak
için de insanlarla aralarına mertebe koyarlar.
CİNLERİN,
kendilerini UZAYLILAR diye tanıtarak verdikleri tebliğlere
inanan
insanların çok çok büyük bir kısmının, temelde İslâm düşünce sistemi,
Tasavvuf
düşünce sistemi üzerine alt yapıları mevcut değildir. Bahsedilen
konular
üzerinde, Kur`ân`ın görüşü nedir, o konuda Allah Rasûlü ne
demiştir, hiç haberleri yoktur. Normal
şartlarda konuşula gelenin çok değişiği olarak, bu bilgilere
rastlanınca,
hâliyle inanmaktadırlar... Üstelik...
CİNLER,
bu
kişilerin çoğunda halusinasyon türü, uzaylı - uzay gemili rüyalar veya
uyanıklık halinde görülen imajlar da göstermektedirler ki, artık
onlar için
inanmaktan başkaca bir yol kalmamaktadır.
CİNLERİN
insanları kandırmada önemli bir taktiği de, ayrıca şu olmaktadır:
Her
medyum topluluğu, hangi inançlarla bezenmiş ise, onlara kendi inançları
doğrultusunda tebliğ verilmekte, sanki onlardanmış gibi kendilerini
kabûl
ettirmektedirler.
Meselâ
dini ciddiye almayanlara, aynı şekilde; dinle ilgilenene aynı şekilde;
tasavvufa meyli olana bir tasavvuf önderinin ismini kullanarak gibi.
3-CİNLERDE
kendilerini kontrol mekanizması çok zayıftır.
Bu
sebepten ayarları çok kolaylıkla kayar ve konuşmalarında haddi aşarlar.
Buna
şayet tâbiri caiz ise "reostaları bozuktur" da denilebilir.
Bazen
Yaradanı yaradan, yüce güçler olurlar; bazen, ALLAH`ı
bedenleyip
insanların arasına yollarlar; bazen evrenlerden büyük, yüce varlıklar
olurlar;
bazen de Rabbin itaatkâr kulları olarak, insanları dinden ve Allah
Rasûlü’nden uzaklaştırıp kurtarmak{!} için ellerinden geleni
esirgemezler.
4-CİNLER`DE
sürekli tekrarlar mevcuttur.
İnsanlara
sürekli tebliğler vererek, onlara kendilerinin üstünlüğünü kabûl
ettirmeye
çalışan CİNLER`de mevcut bulunan bir özellik de belirli
kelimeleri
sürekli tekrar eden cümleler kurmalarıdır.
Böylece:
1-İletişim
kurulan medyumun, bu tekrarlarla sanki tesbih çeker gibi beyninde bir
açıklık
oluşturularak, kendilerine daha fazla bağlanılmasını temin ederler.
2-Zaman
zaman düşülen fikir tıkanıklıklarında, cümle
tekrarları ile
zaman kazanırlar.
Kaynak: Ruh, İnsan,
Cin"
- Ahmed Hulûsi |
Cinlerin
Görünmesi |
Suyun
buharlaşması, katı maddelerin gaz, sıvı ve
buhar haline dönüşmesi, atomun parçalanıp enerji dalgaları ve kuantlar
haline gelmesi, yıldızların karadelikler halinde ortaya çıkmaları gibi,
hayatımızda ve kâinatta görülen âlemden görülmeyene doğru bir faaliyet,
bir akış ve bir hamle mevcuttur. Bu İlâhî icraatı tersine
düşündüğümüzde
ise, görülmeyenden görülene ve bilinmezden de madde olarak müşahede
edilir
hale gelmeye doğru bir akışın varlığını gözlemek mümkündür. Gazlar sıvı
olur; kristalleşir cisim olur; buharlaşan su zerrecikleri, "Bizi yok
zannetmeyin,
görülmüyoruz ama, kaybolmadık" der gibi, damlalar haline gelip başımızı
ıslatır; gök tarlasındaki pamuk yığınları, yer aynasına kar örtüsü
olarak
yansır... Hattâ, buhar halinden çıkan su, daha da kesafet kazanayım ve
şekillenip görüneyim diye buz olur, demirden de olsa kabını parçalar.
Beynimizde
plânladığımız nice görünmezler, dış âleme intikal edip görünür ve maddî
vücut kazanırlar.
İşte,
görünmeyen varlıklar olan melek, cin ve ruhanîler de, her ne kadar
kendilerine has yapılarıyla bu âlemde görülmeseler bile, bu âleme has
vasıtaları
kullanıp, kılıf ve elbise giyerek görünebilirler. Meleklerin ve
cinlerin
bu şekilde görünmelerine "temessül" diyoruz. Kur'ân, temessülü
anlatırken
(Meryem, 19/17),
"(Melek, Meryem Validemiz'e) "tastamam bir insan şeklinde
temessül
etti" der.
Efendimiz
(sav)'e vahiy getiren melek, bazen kendine has keyfiyetle,
bazen bir muharip şeklinde, bazen de daha başka suretlerde geliyordu.
Benî
Kureyza üzerine yürüneceği zaman Cebrail (as), tozu toprağı üstünde bir
muharip suretinde gelmiş ve -Ya Rasûlullah, siz zırhlarınızı
çıkardınız,
fakat biz melekler taifesi çıkarmadık, demişti. Yine aynı melek, bazı
zaman
oluyordu ki, Dıhye (ra) suretinde geliyor, bazı zaman da, dinî tâlim
maksadıyla
üzerinde hiç de yolculuk emaresi taşımayan bir misafir kıyafetinde
geliyor
ve "İman, İhsan, İslâm nedir?" şeklinde suâller sorup, verilen
cevapları "Doğru" diye tasdikleyip gidiyordu...
Cinler
ve
şeytanlar da, melek gibi temessül edebilir. Hüseyin Cisrî'ye
göre, Allah'ın (cc) kendilerine verdiği yaratılış biçimi sayesinde
havadan,
esirden veya benzeri bir maddeden istedikleri kadar alıp
yoğunlaştırarak
istedikleri şekle sokar ve o şekli âdete bir elbise yapıp, o elbise
içinde
insanlara görünürler. İmam Şiblî, Ebu Ya'lâ'nın beyanına dayanarak,
cinlerin
ve şeytanların kendi kendilerine şekil değiştiremeyeceklerini, buna güç
ve takatlarının olmadığını, fakat Allah'ın (cc) kendilerine öğrettiği
kelime
ve isimlerden âdeta şifre vazifesi yapan birini söylediklerinde,
Allah'ın
(cc) onları bir şekilden diğer şekle, bir halden başka bir hale
soktuğunu
belirtir. Bu, kendi âleminden başka bir âleme, o âleme ait bir vasıta
ile
geçebilmek için sanki sınırda söylenmesi gereken bir kelime,
gösterilmesi
şart bir vize ya da askerin geçit için sorduğu parola gibidir. Cinler
ve
şeytanlar, kendi kabiliyet ve irâdeleriyle bu tebdil-i kıyafeti
(transformasyon)
yapamazlar; yapmaya kalkıştıklarında, bünyeleri parça parça olur ve
hayatiyetlerini
kaybederler.
Cinlerden
olan şeytan da, insan kılığına girebilir. Nitekim, onun Bedir
Savaşı öncesi Necid'li bir yaşlı sûretinde Kureyş'e gelerek, kurdukları
tuzak için onlara tahrik edici fikirler verip, çareler tavsiye ettiği
rivayet
edilir. Aynı şekilde bir başka defa, ganimetlere nöbetçilik yapan bir
sahâbinin
şeytanı ganimete zarar vermek isterken yakaladığı ve onun yalvarıp
yakarması
karşısında da salıverdiği nakledilir. Hâdise üçüncü defa tekerrür
edince şeytan, kendisini Allah'ın Rasulü'ne götürmeye karar veren
sahabiye, -Bırak da, sana bizden korunup, emniyette olacağınız şeyi
söyleyeyim,
der,
Sahabi,
-O nedir?, diye sorunca da,
-Ayetü'l-Kürsî, cevabını verir.
Hâdise
kendilerine intikal edince Efendimiz (sav),
-Habis yalancıdır ama doğru
söylemiş,buyururlar.
Cinler,
insan kılığında görünebilecekleri gibi, hayvan şeklinde de
görünebilirler.
Yılan, akrep, sığır, merkep ve kuş kılığına girdikleri de
anlatılmaktadır.
Nitekim, Nahle Vadisi'nde Efendimiz (sav), onlardan biat kabul ederken,
akrep ve kelb gibi herhangi bir hayvan kılığında görünmemeleri veya
kendi
suretlerinde, ya da daha başka munis bir surette tezahür etmeleri
teklifinde
bulunmuş, ümmetine de,
-Siz evinizde böyle bir haşere gördüğünüzde, ona
önce üç defa "Allah rızası için git" deyin; belki o cin
arkadaşlarınızdan
olabilir. Eğer gitmezse, o zaman cin değildir; zarar verecekse,
öldürebilirsiniz,
buyurmuşlardı.
Bu, bir
bakıma iki ayrı taifenin, iki ayrı cinsin veya
iki
ayrı sınıfın mukavelesi gibiydi ki, onun bu teklifine karşı cinler de,
"Ümmet'in her şeye besmele
çeker, her şeyi kapatır ve muhafaza ederse,
biz onların yiyecek ve içeceklerinden ne yer, ne de içeriz" şeklinde
söz
vermişlerdi. Tabiî ki, cinlerin bizim yediklerimizden nasıl istifade
ettiklerini
bilemiyoruz. Belki havasından, belki kokusundan, belki de müteaffin
keyfiyetinden
istifade etmektedirler.
Nitekim bir hadîs-i şerifte,
"Tezek ve
kemiklerle
taharetlenmeyiniz; çünkü onlar cin kardeşlerinizin yiyecekleridir",
buyurulur.
Kaynak:
İnancın Gölgesinde "Meleklerin
ve Cinlerin Temessülü, Şekil ve Mahiyet Kazanıp Görünmeleri" adlı
bölümden
ilgili yerler alınmıştır.
|
Cinlerle
temas
kurulabilinir mi? |
"Bazı
insanların ruhları cinlerle temas etmeye, yani ilişki kurmaya
müsaittir. Bu tip insanlar çabuk trans haline geçip, bizim buudarımızın
dışına çabucak çıkabilirler. Bu sebeple böyle ruh yapısına sahip
olan kimseler, cinlerinm alemine geçip, onların buudlarına girebilir ve
onların dilleri ve haberleşme usulleri ile haberleşebilirler. Bu
bir fıtrat ve yapı meselesidir. Ancak, bundan bir insani üstünlük
anlamı
çıkarılmamalıdır.
Evet,
görülmeyen bu kuvvetlerin tabi oldukları belli prensipler vardır.
Dolayısıyla insan her arzu ettiği yerde bunlara iş yaptıramaz. Zira
onlar,
Allah'ın tayin ettiği buudun dışında iş yapamazlar. Kişi, mazhar
olduğu bir kısım esma ve kelimeleri sırlı kilitleri açar gibi kullanıp,
cinlerle temasa geçebilir ama, cinler kendilerine verilmeyen
imkanları
kullanamazlar. Bu itibarla her insan, cinlerden istifade edemez, eden
d,
onları her arzusunda kullanamaz. bununla birlikte, bazı kelimeleri
cinlere
ait birer kod, birer telefon numarası gibi çevirip, belirli şekillerde
ve belirli sayıda tekrarlayarak, onlarla irtibat kuran insanlar da az
değildir.
Bir takım
yolları ve usulleri olmakla beraber cinlerle irtibat kurma,
mürşit ve rehber ister, o işin ehli olmayı gerektirir. Usul, prensip ve
rehber olmazsa, hata ve yanlışlıklar yapıp paçayı kaptırma ihtimali de
vardır. Bu tür şeylerle meşgul olanların gözleri mana alemine açık
değil
ve kendileri ayaklarını basacakları yeri bilemiyorlarsa, o zaman
habis ruhların saldırısına uğrarlar; onların hakimiyeti altına girerler
ve onların oyuncakları olurlar. Netice de cinler, böyle kimseleri bazen
gurur ve kibre sevk eder, okşayıp şımartır; yeri ve zamanı gelince de
korkutup
tehdit ederek tesirleri altına alırlar ve kendi hesaplarına konuşturup,
iş yaptırırlar. Nitekim 20,asırda Hindistan'da Gulam Ahmed Kadıyani,
böylesi
habis ruhların kurbanı olmuştur. Hint Yogizm'ine karşı Fakirizm yolunda
İslam adına mücadele etmek istemiş, fakat habis ruhların sldırısına
uğrayıp,
oyuncakları haline gelmiş.... Habis ruhlar, önce kendisine müceddid
olduğunu
kabul ettirmişler; sonra da mehdiliğine, ardından da
İsa-Mesih
olduğuna inandırmışlardır...."
Kaynak: A.Şahin, İnancın
Gölgesinde |
Cinlere
de Peygamber Gönderildi |
Cinlerin
de, kendi başlarına bir alem olduklarına
göre düşünülecek olursa, onlara da kendi içlerinden birer peygamberin
gönderilmiş
olması gayet mantıklı olsa gerek.
Daha
önceki
bölümlerde "cinlerin de birer sorumlu varlık olduğunu" bildirmiş
ve "Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size ayetlerimizi anlatan ve
bugününüzle
karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi? (denilince)
"kendi
aleyhimize de olsa şahitlik ederiz" dediler. Dünya hayatı kendilerini
aldattı
ve kendilerinin kafir olduklarına şahitlik ettiler" (En'am/130)
ayetinin
bu hususu açıklayıcı bir delil olduğunu ifade etmiştik. Dikkat edilecek
olursa, aynı ayet, yine onlara (ister kendi içlerinden, isterse
insanlara
gönderilen peygamberlerin onlara da peygamberlik etmesi şekliyle)
peygamberlerin
gönderildiği hususunu da gayet açık ve net olarak ifade etmektedir.
Cenab-ı
Hakk
bu ayetiyle cinlerin sorumluluklarını açıklamakla beraber,
sanki onlara şöyle demektedir: "Ey ins ve cin topluluğu, sizdeki bu
derbederlik,
başıbozukluk, ailevî ve içtimaî hayatınızdaki ahenksizlik, kalbî ve
ruhî
hayatınızdaki karışıklık ve behimî arzularınıza takılıp kalmanızın
sebebi
nedir? Yoksa size, nezd-i Uluhiyet'imden Rasullerle açıklanan ayetlerim
gelmedi mi? Niçin onlara ittiba edip yaratılış gayenize uygun hareket
etmediniz;
etmediniz de böyle esfel-i sâfilinde kaldınız? Halbuki size gelen o
ayetler,
böyle bir encamdan sizleri sakındırmışlardı."
Cinler,
bu
hakikatı tamamen kabullenmişliğin ifadesi olarak, "her ne
kadar aleyhimizde şahitlik olsa bile, böyle bir günde hakkı itiraf
etmekten
başka çaremiz yoktur. Evet, Hz. Musa, Senin emirlerini getirip bize
tebliğde
bulundu, Hz. Mesih o engin esrarını ruhlarımıza üfledi.. ve en son
ferdiyetin
mazharı Hz. Muhammed (sav) geldi ve bize hak ve hakikatın ifadesi olan
İslam'ı tebliğ etti. Ne var ki, biz bunlara kulak asmadık, kendi heva
ve
hevesimize uyduk. Neticede de bu hallere ma'ruz kaldık" diyeceklerdir.
Evet,
cinlerin de ifadelerinden anlaşıldığı gibi, ne yazık ki pek çok
ins ve cinni, şu kısacık dünya hayatı aldatmıştır. Onlar, dünyayı ebedi
zannedip onun aldatıcılığına kanmış ve neticede de bütün bütün
kaybetmişlerdir.
Mutlak Cemal'in tecellilerinin tamaşasıyla alacakları ruhani hazzı
unutarak
fâni ve geçici zevklerle oyalanmış, sonra da Cenab-ı Hakk'ın: "Kendi
aleyhlerinde
şehadette bulundular. Kafir olduklarını itiraf ettiler" ayetinin
muhatabı
olmuşlardır.
Oysa
her şey
açık ve seçikti. Kâinat, hemen her yanıyla, insanı irfan
ufkuna ulaştıracak ayetlerle doluydu. Mele-i âladan, bizim irfan
ufkumuza
kadar uzanan varlık kitabına ait sayfa ve o sayfalardaki o nakış nakış
işlenmiş satırlar hep "Allah" diyor ve yine binlerce delil ve bürhan
adetâ,
tarrakalarla O'nun mevcudiyetini ilan ediyordu. Fen ilimleri,
laboratuvarlarıyla;
astronomi, teleskoplarıyla hemen her ilim kâinatta keşfettikleri o baş
döndürücü, gözkamaştırıcı nuraniyetin diliyle "La ilahe illallah"
hakikatını
haykırıyordu. Ne varki, bütün bu olup-biten şeylere rağmen onların
itirafı
şuydu: "Ama biz, gözümüzü tamamen kapayıp, ayağımıza kadar gelen bu
nimetleri
teptik ve tıpkı körler gibi yaşadık; yaşadık ve binbir dille söylenen
bu
hakikatlere kulak asmadık.. şimdi de kendi aleyhimizde şahitlik
ediyoruz.
Hatta bundan dolayı kendimizi, mevsimi geçmiş olsa da sorguluyoruz.
Birazcık
olsun kendi irademizle bu kudsî çağrıya icabet edebilseydik Allah'ın
içimizde
hidayet meş'alesini yakması söz konusu olabilirdi. Ne varki biz, zifiri
karanlıklarda kalmak için direnip durduk ve nur hüzmelerinin düşünce
dünyamıza
sızmasına fırsat vermedik; hatta ruhumuza ait bütün menfezleri kapattık
ve karanlıkta kalmaya razı olduk..."
Bu
ayet,
ahirette cin ve ins taifesine karşı yapılacak olan tevbih ve
kınamayı, en çarpıcı şekliyle, hem de daha dünyada iken bizlere haber
vermekle,
düşmemiz muhtemel olan vahim bir durumdan bizleri sakındırmaktadır.
Bu
ayetten
istinbat edilen bir diğer mana ise, ins ve cinne ayrı ayrı
peygamberlerin gönderildiği hakikatıdır. Dinler tarihinin de
şehadetiyle
biz, zaten insanlara peygamberlerin geldiğini biliyor ve kabul
ediyoruz.
En ücra yerlerde kimi vahşi kavimlerine bile, salt akılla ulaşmaları
mümkün
olmayan tevhid ufkuna ulaşabilmeleri için sürekli peygamber
gönderilmiştir
ki, bu hakikati gösteren yüzlerce delil mevcuttur. Şayet, çoğu destan
ve
efsanelerin arkası, ilmî araştırmalarla kurcalanıverse, hemen hepsinin
arkasında peygamberlik hakikatlerinin mevcelendiği görülecektir.
Medeniyet
görmemiş en vahşî zannedilen insanların arasında dolaşıldığında dahi
"her
millet içinde mutlaka bir uyarıcı geçmiştir" (Fatır/24) ayeti
gözlerimizi
kamaştırırcasına tüllenecektir.
Evet,
zamanın hemen her diliminde, küre-i arzın her yerinde şuur sahiplerini,
kötü ve eğri yolun encamından sakındırıp, onların nazarlarını ulvî
alemlere
çeviren peygamberin zuhur etmediği tek bir zaman dilimi ve tek bir
ümmet
yoktur. Cenab-ı Hakk, her yere ve her topluluğa, o topluluğun genel
keyfiyetine
göre mutlaka bir uyarıcı göndermiştir. Bu uyarıcıları, gönderildikleri
ümmetlere -bunlar insan, cin veya diğer ruhani varlıklar olabilir-
rehberlik
etmiş, onların nazarlarını bulundukları süflî alemden, ulvî ve nuranî
alemlere
çevirerek onları aydınlatmışlardır. Bu, aksine ihtimal verilmeyecek
derecede
kat'i bir hakikattir.
Ancak,
eskiden beri İslam alimlerince farklı mutalaa edilen bir mevzu
vardır ki, o da; cinlerin de kendi içlerinden, kendilerine hitap eden
peygamberlerin
gelip-gelmediği hususudur. Acaba insanlar, Hz. Adem'le (as) başlayıp
Efendimiz'le
(sav) sona eren bir peygamberler silsilesi ile aydınlanıp, onların
ruhanî
iklimlerinde hayatlarını sürdürürken, cinler de aynı peygamberlerin
nuruyla
mı aydınlanıyor, yoksa onlara da kendi içlerinden birer peygamber mi
gönderiliyordu?.
Bu
hususla
alakalı olarak geçmişten günümüze alimlerin değerlendirmeleri
biraz farklı olmuştur. Başta İbn Abbas, Mücahid, Kelbî, İbn Münzir, Ebu
Ubeyd gibi ilk müfessirler ki bu aynı zamanda cumhurun da görüşüdür,
"insanlara
gönderilen peygamberler, aynı zamanda cin taifesinin de peygamberidir.
Onlar insanların arasında iken zaman zaman gidip cinleri de irşad
etmişlerdir"
demişlerdir. Yani Hz. Adem (as), Hz. Nuh, Hz. İbrahim.. insanların
peygamberi
oldukları gibi cin taifesinin de peygamberleriydi; insanlığa getirmiş
oldukları
aynı hakikatleri onlara da anlatıyorlardı.
Ancak
Dahhak, İbn Abbas'tan başka bir rivayet daha nakleder ki, bu görüşe
göre, Cenab-ı Hakk cinlere ayrı, insanlara ayrı peygamberler
göndermiştir.
İbn Abbas'la beraber bu görüşü paylaşanlar, "Ey cin ve insanlar
topluluğu!
Size içinizden peygamberler gelmedi mi?" (En'am/130) ayetini delil
olarak
gösterirler. (Kurtubi, el-Camiu Liahkami'l-Kur'an, 7/85,86) Yani;
"madem
ki, burada cinler ve insanlar ayrı ayrı Cenab-ı Hakk'a muhatap oluyor
ve
her iki gruba da, kendi içlerinden peygamberlerin gelip gelmediği
soruluyor;
öyle ise, her iki taifeye de kendi içlerinden peygamber gelmiş olması
gerekir;
aksi takdirde böyle bir suale muhatap kalmaları makul sayılmayabilir"
demişlerdir.
Ve
yine,
"Allah O'dur ki, yedi göğü ve yerden de o kadarını yarattı"
(Talak/12) ayetinin tefsirinde İbn Abbas'tan bir rivayete göre
Efendimiz
(sav), "Başka alemlerde sizin Adem'iniz gibi Adem, Nuh'unuz gibi Nuh,
Musa'nız
gibi Musa, İsa'nız gibi İsa vardır" (Münâvi, Feyzü'l-Kadir, 3/365)
buyurmuşlardır.
Efendimiz'in
bu tefsiri de göstermektedir ki, her aleme, o aleme mahsus
peygamberler gönderilmiştir. Cinlerin de, kendi başlarına bir alem
olduklarına
göre düşünülecek olursa, onlara da kendi içlerinden birer peygamberin
gönderilmiş
olması gayet mantıklı olsa gerek.
İbn
Abbas,
bir başka rivayette de şunları söyler: "Cinler, Allah'ın
dumansız ateşten yarattığı kullarıdır. Henüz dünyada insanın isminden
dahi
eser yokken, Cenab-ı Hakk cinleri yaratmış ve dünyanın imarını onlara
yaptırmıştır.
Fakat onlar daha sonraları yeryüzünde fesat çıkarıp ilk babaları olan
Can'la
gönderilen İlahi ahkamı unutup şirazeden çıkınca, Allah da (cc), tekrar
Yusuf isminde bir peygamber gönderdi; ama onu da şehid ettiler. Bunun
üzerine
cinler, göklerin sakinleri tarafından yeryüzünden uzaklaştırılıp
denizlere
sürüldüler"... (İbn-i Kesir, el-Bidaye, 1/49,50)
"Her
millet
içinde mutlaka bir uyarıcı gelmiştir" (Fâtır/24), "Biz,
Rasul göndermedikçe (hiçbir kavme) azab edecek değiliz" (İsrâ/15)
ayetleri
onlara da, 'birini doğru yola sokmak için uğraşan' manasında bir
"uyarıcı"
ve 'hakkı, hakikati tebliğ eden' manasında da bir "Rasul"
gönderildiğini
haber vermektedir.
Baştan
buraya kadar naklettiklerimiz açık veya kapalı her şeyi, sözlerini
Efendimiz'e dayandıran, tefekkür ufukları nübüvvet meltemi ile
müteessir
büyüklerimizin tefsir adına söylediklerinden ibaretti. Naklettiğimiz
bütün
bu sözlerden anlaşılıyor ki, cinlere, insanlara peygamber geldiği gibi
kendi içlerinden de peygamber gelmiş olabilir...
Rivayetlerin
Ortak Değerlendirmesi
İnsanoğlu
yaratıldıktan sonra, artık cinlerden peygamber gelmemiş gibi
bir anlayış güçlü gibi görünmektedir.
Daha önceki bölümde de
ifade ettiğimiz gibi, selef-i sâlihinden
bazıları,
insanlara gönderilen peygamberlerin cinlere de gönderildiğini söylerken
ki bu cumhurun görüşüdür- kimileri de cinnlere ayrı peygamberlerin
gönderildiğini
söylemiş ve bu görüşlerini çeşitli delillerle ortaya koymaya
çalışmışlardır.
Bu hususta, fakirin görüşlerine gelince, bu iki görüşün te'lifi
istikametindedir:
1.
İnsanlar
henüz yaratılmadan önce gelip geçen cin taifesinin, o devrede
yeryüzünün halifesi olması itibariyle, onlara kendi içlerinden
peygamberlerin
gönderilmiş olması ve bu peygamberlerin, kendilerine yüklenilen irşad
ve
tebliğ vazifesini ifa etmeleri o dönem itibariyle gayet tabiiydi ve
onlar
da bu vazifeyi hakkıyla eda etmişlerdir. Zira cinlerin mükellef
olmaları
bunu gerektiriyordu ki, daha önce zikrettiğimiz ayet ve hadisler de bu
hususu desteklemektedir.
2.
Hz.
Adem'in (as) yaratılıp halife kılınmasından sonra ise, cinler
insanlara tâbi varlıklar haline getirildiklerinden bu dönemden sonra
insanlara
gönderilen peygamberler, aynı zamanda cinlere de gönderilmiş
olabilirler.
Zaten, İslam alimlerinin büyük çoğunluğu da bu görüşü savunmaktadır.
3.
Her iki
görüşü te'lif edecek önemli bir nokta da bence şu olmaktadır;
Allah (cc) gönderdiği her peygambere, o peygambere has bir şeriat
vermemiştir.
Kur'an-ı Kerim'den öğrendiğimize göre, sadece dört semavî kitap vardır
ve bazı peygamberlere de sadece bazı sahîfeler verilmiştir. Halbuki bir
hadiste ifade edildiği üzere onca nebinin yanında, bir de 313 mürsel
peygamber
gönderilmiştir. Ve bu peygamberlerin hepsi de, risaletle
görevlendirildiklerine
dair Cenab-ı Hak'tan emir almışlardır. Bu emri aldıktan sonra da
behemehal
irşad ve tebliğde bulunmuşlardır ki, peygamberliğin gerçek manası
budur.
O halde, elinde ne bir hususi kitap ne de hususi bir şeriat mevcut olan
bu elçiler, kendilerine kitap verilen peygamberlere tâbi olmuşlardır.
Mesela,
Hz. Musa (as) yolunda belki yüzü aşkın peygamber gelmiştir. Ama
bunların
hepsi de Tevrat'ın hükmü ile amel etmişlerdir. Hz. Davud (as) gibi
cihan
çapında bir saltanatın sahibi peygamber dahi, saltanatı misyonunun bir
buudunun tezahürüydü. Hz. Davud'a verilen "Zebur", evrad-u, ezkâr, zühd
ve rekâik gibi hususları ihtiva ediyordu. Yine Hz. İbrahim (as)
döneminde
birçok peygamber vardır: Hz. İsmail ve yeğeni Hz. Lut (as) bunlardandı.
O dönemde câri olan ahkam ise, Hz. İbrahim'e (as) verilen
"sahifeler"den
ibaretti. Hz. Mesih döneminde, İncilin ahkâmıyla amel eden nebi
bilmiyoruz.
Hz. Zekeriyya (as) ve Hz. Yahya (as) gibi bu döneme ait olan
peygamberler
de ihtimal ki tevratla amel ediyorlardı. Bunlardan başka ehl-i keşfin
istihracı
ve zayıf kabul edilen bir hadisin işaretiyle Halid b. Sinan adında,
kendisine
kitap ve şeriat verilmeyen bir peygamber daha vardır ki onun Hz.
Mesih'le
Efendimiz arasında gelip vazife yaptığı söylenmektedir. (İbn-i Sa'd,
et-Tabakatü'l-Kübra,
1/296; İbn-i Hacer, el-İsâbe, 1/466; İbn-i Esir, Üsdü'l-Ğâbe, 2/99)
Bütün
bunlar
gösteriyor ki, kendisine kitap veya şeriat verilen peygamberler,
kendilerine bağlı olan diğer peygamberleri, Cenab-ı Hakk'ın emirlerini
esas alarak onları tavzif edebilmekte ve irşad adına onları
yönlendirmektedirler.
İhtimal bu peygamberler kendilerine inanan cinlerin bazılarını da
istihdam
edebiliyor ve onları cin taifelerini irşad etmede
vazifelendiriyorlardı.
Bunun
açık
örneğini Efendimiz'in hayat-ı seniyyelerinde çok bariz olarak
görmekteyiz. Şöyle ki, cinler, "Nahle" denilen yerde Efendimiz'i
dinleyip,
ardından da kendi kavim ve kabilelerini irşada gitmişlerdi ki(Kurtubi,
el-Camiu Liahkami'l-Kur'an, 16/210-216) bu topluluk, Kur'an'da,
"münzirîn"
(uyarıcılar) ismiyle anılmaktadır. Haddizatında bu sıfat, Kur'an-ı
Kerim'de
sadece peygamberler için kullanılan bir tabirdir. Ayette: "Bir zaman
cinlerden
bir topluluğu, Kur'an dinlemek üzere sana yöneltmiştik. O'na
gittiklerinde
birbirlerine "susun" dediler. (Okuma) Bitince de uyarıcılar olarak
kavimlerine
döndüler" (Ahkâf/29)
Hulasa;
insanoğlu yaratıldıktan sonra, artık cinlerden peygamber gelmemiş
gibi bir anlayış güçlü gibi görünmektedir. Kur'an'ın "münzir" dediği
cin
taifesine, illada peygamber denilecekse, "peygamberler tarafından
tavzif
olunan" manasında peygamber demek olur ki, böyle bir tesmiye de yerinde
olmasa gerek.
Kaynak: Metafizik Dünya |
Cinler
İnsanlara Tâbidir |
Cinlerin
de, tıpkı insanoğlu gibi, farklı farklı
huylarda olanları vardır.
Onlar da bizim gibi
yer, içer, evlenir, çoğalır ve hayatlarını devam ettirirler.
Düşünce
ve fikir açısından da
her zaman insanlarla bir paralellik sözkonusudur.
"Bize gelince, bizden iyiler de
var, böyle olmayan (kötüler de) var.
Biz çeşitli yollara ayrıldık." (Cin/11)
Bugün
insanlar arasında mevcut bütün
doktrin
ve düşünce farklılıkları, cinler arasında da mevcuttur. Zira onlar,
insanlara
tâbi varlıklardır. Durum böyle olunca, eğer beşer kendinden beklenen
seviyede,
Allah Rasûlü'nün arkasında çizgisini koruyabilse, cin ve ruhanîler de
onun
arkasında istikamete yürüyeceklerdir. Bizdeki iniş ve çıkışlar, onlarda
da iniş ve çıkışlar meydana getirmektedir, çünkü bizim peygamberimiz,
onların
da peygamberidir. Ve bizler, onlar için uyulması gereken örnek ve
önderler
durumundayız.
Böyle
olduğu
için, Ümmet-i Muhammed'in sevinci, onların da sevinci olacak;
hüznü, onları da hüzne gark edecektir. Burada şunu da söyleyebiliriz:
Bizlerin
kurtuluş için yeni bir çalışmaya girmemiz, onları da kurtuluş adına
aksiyona
sevk edecektir.
Öyle
ise,
bizim çalışmalarımız sadece bizimle sınırlı kalmamakta; cinler
alemine de tesir etmektedir. Bir bakıma bizler nasıl olursak, onlar da
öyle olma durumundadırlar.
Kaynak:
Metafizik
Dünya |
Cinlerde
Sahabîlik |
Efendimiz'i
(sav) görüp O'nun sohbetinde bulunan
kimselerin "Sahabi" kabul edilmesi gibi, O'nu gören her cin de "Sahabi"
kabul edilmiş ve aralarında hiç bir fark gözetilmemiştir.
Mü'min olarak Efendimiz'i
(sav) görüp O'nun sohbetinde bulunan
kimselerin
"Sahabi" kabul edilmesi gibi, O'nu gören her cin de "Sahabi" kabul
edilmiş
ve aralarında hiç bir fark gözetilmemiştir.
Hatta
müfessirler, "Cinlerden bir grubu Sana yönelttiğimizde.." (Ahkâf,
46/29) ayetinde anlatılan cinleri isim isim saymış ve onların, cin
taifesinin
en büyük "Sahabileri" olduklarını söylemişlerdir. Bizim tesbitimize
göre
de, sayıları yedi veya dokuz olarak kabul edilen bu cinler, tıpkı
Ashab-ı
Bedir, Ashab-ı Uhud'un siyanetleri gibi, şer ve şerirlere karşı
kendileriyle
tevessül edildiğinde koruyuculuk yaparlar ki, onlar, -Kur'an'da
anlatılan
şekliyle- Allah Rasulü'nü ilk defa görüp dinleyen, ardından da kavim ve
kabilelerine birer "münzir" olarak dönen cinlerdir. Binaenaleyh, bu
yönüyle
de onları, onlar arasındaki Sahabe'nin ileri gelenlerinden kabul
edebiliriz.
Süheyli,
Ömer b. Abdülaziz'le alakalı bir vak'ayı anlatırken, bu cinlerden
de bahseder. Vak'a şöyledir: Ömer b. Abdülaziz, bir gün kırda
dolaşırken,
ölü bir yılan görür. Atından iner ve mendiline sararak o ölüyü toprağa
defneder. (İhtimal o büyük insan, "gayb-âşinâ" gözleriyle bu meyyitin
bir
cin olduğunu keşfetmiştir) O esnada etraftan bir ses: "Saraka öldü,
Saraka
öldü.." diye etrafı çınlatır. Ömer b. Abdülaziz, bu ses sahibinin kim
olduğunu
sorar. Bu soru üzerine: "Bir zaman cinlerden bir topluluğu, Kur'an
dinlemek
üzere Sana yöneltmiştik.." (Ahkâf/29) ayetinde anlatılan cinlerden
biriyim"
der ve sözlerine şöyle devam eder: "O gün Allah Rasûlü'nü dinleyip
kavmine
"uyarıcı" olarak dönenlerden hayatta sadece Saraka ile ben kalmıştım.
Bugün
kâfirlerle harbederken, Saraka da şehid oldu. Şu anda, sadece ben
varım..
sana müjdeler olsun ey mü'minlerin emiri! Zira biz Allah Rasûlü'nün
huzurunda
iken, bir aralık dönüp: "Sizlerden Saraka bir yerde şehid olacak. Onu
ümmetimin
en hayırlılarından biri kefenleyip defnedecek" buyurdular. İşte o haber
bugün aynen cereyan etti. Ne mutlu sana ki, sen O'nun müjdelediği o
hayırlı
insansın!" (Kurtubi, el-Camiu Liahkami'l-Kur'an, 16/214)
Hz.
Aişe
validemiz anlatıyor: "Bilmeyerek, evde dolaşan bir canlıyı
(muhtemelen bir yılanı kastediyor) öldürmüştüm. O gece rüyamda beni
yüksek
bir mahkemeye çağırdılar ve benim cinayet işlediğimi söylediler.
"Hayır,
ben kimseyi öldürmedim.." dediysem de, ısrarlarından gündüz öldürdüğüm
canlıyı kastettiklerini anlamıştım. Meğer o bir cinnî imiş. Kendimi
müdafaa
için: "O niçin eve gelip beni gözetliyor?" deyince: "Hayır, o asla sana
bakmak için gelmezdi. Hele saçın-başın açıkken, kat'iyen odana
girmezdi.
Fakat o, bir Kur'an aşığı idi. Rasûlullah'tan ilk dinlediği Kur'an
zevki,
onu o kadar sarmıştı ki, Allah Rasûlü'nden sonra o manevî zevki, hep
senin
Kur'an'ında arardı. Evine gelişi işte de bu sebepleydi.." dediler. Hz.
Aişe validemiz diyor ki; "uyandığımda rüyanın dehşetinden kan-ter
içinde
kalmıştım. Hatamı affettirmek için de, sadaka dağıtıp, bazı köleleri
hürriyete
kavuşturdum..." (Kurtubi, el-Camiu Liahkami'l-Kur'an, 16/214,215) Evet,
anlaşılan Kur'an dinlemek için o eve gelen, cinlerden bir Sahabi idi ve
Hz. Aişe validemiz, yanlışlıkla böyle bir Sahabiyi katletmişti ve
bundan
dolayı manevi bir mahkemede hesaba çekilmişti.
Görülüyor
ki, kim İki Cihan Serveri'yle irtibata geçse, hemen evc-i
kemâle yükseliyor. Nasıl ki insanlar, O'na dilbeste olup gönülden
bağlanmakla
bir anda O'nun arkadaşları oluyor ve "Sahabe olma" şerefiyle serfiraz
kılınıyorlar;
öyle de, O'nun getirmiş olduğu o kutlu mesaja kulak veren cinler de
aynı
noktaya ulaşabiliyorlar. İşte bu noktadan hareketle diyebiliriz ki,
şayet
onlar da bizim gibi bir ümmet ise, bizim Ashab-ı Bedir, Ashab-ı
Uhud'umuz
olduğu gibi, onların da Ashab-ı Bedir ve Ashab-ı Uhud'u vardır. Bizim
aşere-i
mübeşşeremiz; hatta üçlerimiz, yedilerimiz, kırklarımız olduğu gibi;
onların
da aşere-i mübeşşeresi, üçleri, yedileri, kırkları olduğu söylenebilir.
Kaynak:
Metafizik Dünya |
Cinler ve Medyumlar |
Cinler,
Kur"ân"da bildirildiği üzere, "Levh-i
Mahv ve İsbat"ta olan şeylere muttali olmaya çalışır; oradan gözlerine
ilişen bilgileri alır ve daha sonra da onları kendi hesaplarına
değerlendirebilirler.
Bazen, böyle hırsızlık sonucu elde ettikleri şeyleri, kendilerine açık
insanların kulaklarına fısıldar; Efendimiz"in ifadesiyle "gır gır" eder
ve çoklarını baştan çıkarırlar; zira bu bilgilerin %99"u kendi
kattıkları
yalanlarla doludur. Evet belki bunlardan %1"i doğru çıkabilir; işte bu,
diğer yalanlara referans olur...
Kur"ân-ı
Kerim"de cinlerin bu durumunu
anlatan birçok âyet vardır. Şimdi onların birkaçının icmâlî mealini
zikredelim:
Bütün
bu
özellikleriyle cinler, insanları
her zaman saptırmaya, aldatmaya açıktırlar. Nitekim tarihe
baktığımızda,
cinlerin getirdikleri haberleri bir şantaj olarak kullanıp insanların
farklı
yorumlara girmelerini sağlamaktan tutun da, bir virüs gibi, insanların
en hassas organlarına kadar girip cinnetlerine sebep olmaya kadar
birçok
vakaya şahit oluruz. Evet onlar, her vesileyle insanları aldatmaya
çalışmışlar;
neticede de dinî duygu, dinî düşüncelerini alt-üst edip onları
saptırmışlardır.
Ondan öte, bu insanların kendilerini kendilerine farklı göstererek, yer
yer müceddid, mehdi, mev"ud İsa.. gibi iddialarda bulunmaya sevketmiş;
onlarla beraber pek çoklarını da baştan çıkarmışlardır. Bu bakımdan her
halükârda onların bu aldatma ve saptırmalarından Allah"a sığınılmalı ve
gaybdan verecekleri haberlere de asla itibar edilmemelidir.
Gaybdan
haber
verme şekli, bir de medyumlukla
olabilir ki, o biraz daha farklı bir olaydır. Günümüzdeki görülen
şekliyle
medyumluk, yine cinlerle irtibattan ve onların verdiği haberleri
aktarmaktan
başka bir şey değildir. Aslında gerçek mânâda medyumluk, zaman ve mekân
üstü bir hâl alma demektir ki, bu, dünü ve yarını bugünle beraber
görmeyi
netice verir. Bu mertebedeki bir medyum, bir kısım hadiseleri önceden
haber
verebilir ya da geçmişteki hadiseleri anlatabilir. Ama bunların
verdikleri,
verecekleri haberler iltibastan hâli olmadığı için bir kıymet-i
harbiyesi
yoktur.
Geçmiş
ve
geleceği aynı anda görme meselesi,
bazılarında velayeti ihrazla, bazılarında da ruha kendi gücünü
kazandırmakla
hasıl olur. Zannediyorum gerçek bir medyumluk varsa, onu bu ikinci
kategori
içindeki insanlar arasında aramalıyız."
|
Cin
ve Şeytanın Farkları |
Burada
dikkat edilmesi gereken nokta;
- Cinler, insanın doğrudan beynine,
aklına, düşünce sistemine nüfuz edebilir, o bölgeleri tesir altına
alabilir.
(Korku, endişe, ürperti, hayal kurma gibi olaylarda olduğu gibi)
- Şeytan
ise farklıdır, o yaratılış gereği kalbe ve inanç merkezine nüfuz eder.
Kalbin yanında bulunan lümme-i şeytaniye denilen yerde, devamlı surette
insana vesvese verir, onu ifsad etmeye çalışır.
Şeytan, en büyük düşman
olduğu halde, gerektiğinde cinleri, gerektiğinde habis ruhları,
gerektiğinde
ise insî şeytanları kullanarak, kötülüklerini bunlar vasıtasıyla
sergileyerek
varlığını insanlara unutturmaya çalışır. Bu gaflet hâlinden kurtulmak
için,
insanın inancı kuvvetli, düşünce ufku berrak, temiz kalbli, hizmet
şuurundaki
insanlarla münasebetinin çok olması, hakikat derslerinin yapıldığı
sohbetlere
sık sık gitmesi ve dünyayı bir misafirhane olarak görmesi gerekir.
|
Cinlerde
Evlilik |
Cinleri
insanlar gibi düşünebiliriz, onların da erkekliği ve dişiliği
vardır. Evlenip çoğalabilirler. İslam alimleri, bu konuda delil olarak
Rahman Suresi 55. ve 56. ayeti delil göstermişlerdir,
"Şimdi
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? Oralarda
gözlerini
yalnız eşlerine çevirmiş dilberler var ki, bunlardan önce onlara ne
insan
ne de cin dokunmuştur."
Tams,
esasen kanamak demektir. Onun içindir ki hayız kanına tams denir.
Bu kelime daha sonra bekâret halinde olan birleşmeye isim olmuştur.
Ayrıca
mutlak cinsî yaklaşım anlamı ifade ettiği de söylenmiştir. Buna göre
âyetin
mânâsı şöyle olur: Onları kimse kanatmamıştır. Yahut onlara kimse
dokunmamıştır.
Hep bekâr kalmışlardır. Buradan cinlerin cinsel ilişkiye müsait
olduğu
anlamı ortaya çıkmaktadır.
Diğer bir
delil ise Kehf suresinin 50. ayetidir, " Yine o vakti
hatırla ki biz, meleklere: "Âdem'e
secde edin!"
demiştik. İblis hariç olmak üzere onlar hemen
secde ettiler. İblis cinlerdendi, Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi
siz beni bırakıp da İblis'i ve soyunu dostlar mı ediniyorsunuz? Halbuki
onlar
sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne kötü bir değişmedir."
Bu ayetteki
"soy"
kelimesi de üremeyi gerektiren bir husus
olduğu için cinlerin evlenmesine delil gösterilmiştir.
|
Cinlerle
Evlenme |
Cinlerle
evlenme konusunda İslam alimleri fikir biriliğine varamamışlardır.
"Evet,
cinlerle insanlar evlenebilinir"
diyenler olduğu gibi, "Hayır,
mümkün
değildir" diyenlerde vardır.
Beyhaki'nin senediyle
Cabir'in nakliyle, Medineli bir kadının
cinlerden bir dostu vardı. O, kuş şeklinde gelip, evinin duvarına
düştü.
Kadın ona, "İn de laflayalım" diyince o şu cevabı verdi:
"Hayır
olmaz! Mekke'de bir peygamber gönderildi; bir arada kalmamızı men etti
ve bize zinayı yasakladı"
Katde'den nakil,
"Belkis'in annesi veya babasından biri cinlerdendi".
İmam Şibli
cinlerle
nikahın mümkün olduğunu savunmaktadır. Şibli bu
konuda şunları söylemektedir:
"Hz.Peygamber'in,
cinlerle
evlenmeyi
yasaklaması,
fukahanın 'cinlerle insanlar arasında nikahlanmak caiz değildir',
tabiinden
bazı kimselerin bunu hoş karşılamaması, böyle bir şeyin mümkün olduğunu
gösterir. Çünkü: "Mümkün olmayan bir şeyin cevazına veya meşru
olmadığına
hükmedilmez." demektedir.
İmam
Malik'in,
"Cinlerden bir adam var. Bizden kız istiyor. Helal
yoldan
evlenmek istediğini söylüyor. Ne dersiniz?" sorusuna cevaben,
"Dince
bunda
bir sakınca yoktur. Lakin ben şahsen bunu hoş karşılamam. Çünkü kadın
cinden
hamile kaldığı zaman 'Bu çocuk kimdendir?' diye sorduklarında,
'Cin'den',
diye cevap verecektir. Ve bu yüzden müslümanlar arasında fesat alıp
yürüyecektir."
şeklinde cevap verdiği kaydedilmektedir.
İmam
Şibli, cinlerle
evlenmenin mümkün ve vaki olduğunu kabul etmekle
beraber, buna engellerinde bulunduğunu belirterek insan neslinin
insanlarla
evlenmekle olacağını belirtiyor. Ancak, "İnsanla, cin arasında bir aşk
meydana gelir de, insan evlenmek zorunda kalırsa, o zaman iş değişir.
"Zararından
kurtulmak için evlenebilinir" diyor ve "Yinede zararından kurtulunmaz
"diye
ekliyor.
Sealibi,
"İnsanlarla
cinler arasında evlenmek ve çoluk çocuk sahibi
olmak mümkündür"
|
Cinlerle
İnsanlar Arasında Evlilik |
Bazı
kimselerin cinlerle evli bulunduğuna dair halk arasında
rivayetller dolaşmaktadır. Bunların doğruluk dereceleri ile dini
bakımdan kabule müsaid olup olmadığının münakaşa mevzu olduğuna şahid
olmaktayız.
Bu söylentiler acaba doğru olarak kabul edilebilir mi?
Her
iki
tarafın rızasına, icab ve kabul esasına dayalı ve nikah kıyılması
suretiyle cin ile insanlar arasında evlilik ceryan etmez. Bu
rivayetler,
"rızaya ve nikah akdine" müstenid evlilik olmayıp, tasallut ve
tecavüz
mahiyetinde bulunmaktadır.
Tecavüzün
ve
cinsi yakınlığın vaki olduğunun kabulü, aralarındaki evliliğin
meşru olduğunu kabule delil olamaz. Sonra bir kadın, fuhuştan
peydahladığı
veled-i zinayı, "cinle evliyim de ondan oldu" diye iddia edip suçtan
sıyrılmaya
kalkışır. İslam hukuku, böyle bir iddiayı makbul tutup sahibini
mazur
saymamıştır.
|
İnsî
ve Cinnî Şeytanlar |
Şeyâtin,
insî ve
cinnî
şeytanlardır ve bunlar İblis'in evlatlarıdır.
İblis, evlatlarını iki gruba ayırmış, bunlardan bir kısmını insanlara
karşı,
diğer kısmını da cinlere karşı vazifelendirmiştir ki, bunlar vazifeli
oldukları
saha itibariyle bu ismi almışlardır.
Şeytanlar,
insî ve cinnî olmak üzere iki kısımda mütâlaa edilmiştir
ki,
"Böylece her nebi için ins ve cin şeytanlardan düşmanlar var ettik."
(En'am, 6/112) ayeti, bu hakikatı ifade eder. Ayette geçen "Şeyâtîn"
kelimesinin
manasında iki rivayet söz konusudur. Ulemâ arasında her iki rivayeti de
destekleyen bir hayli insan vardır.
Birincisi:
Bu kelimeden maksat, insan ve cinlerin azgın ve sapkınlarıdır ki, İbn-i
Abbas (ra) bu görüştedir. Bir rivayete göre Atâ, Mücâhid, Hasan ve
Katâde
gibi büyük imamlar da bu görüşü paylaşırlar.(1) Onlara göre hem
Cinlerden
hem de insanlardan şeytanlar vardır. Cinnî şeytanlar, mü'min insanları
kendilerine uyduramayınca insî şeytanlara giderler ve bunları o
mü'minler
üzerine salarlar. Bu hususu te'yîd eden şöyle bir hâdiseden
bahsederler:
Allah Rasulü (sav), Ebu Zer'e (ra) sorar:
"İnsî ve cinnî şeytanların şerrinden Allah'a sığındın mı?"
Hz. Ebu Zer de bu suale, yine bir sual ile karşılık verdi:
"İnsanlardan da şeytan var mı?"
Allah Rasulü cevabında:
"Evet, hem de onlar cinnî şeytanlardan daha da şerirdirler."
(2)
buyurur.
İkincisi:
Şeyâtin, insî ve cinnî şeytanlardır ve bunlar İblis'in
evlatlarıdır.
İblis, evlatlarını iki gruba ayırmış, bunlardan bir kısmını insanlara
karşı,
diğer kısmını da cinlere karşı vazifelendirmiştir ki, bunlar vazifeli
oldukları
saha itibariyle bu ismi almışlardır.(3)
Aslında,
bu
iki mana arasında ciddi ve neticeye tesir eden bir ayrılık
olmamakla beraber, birinci rivayet her halde ayetin zahiri manasına
daha
uygun düşmektedir ki, alimlerin ekserisi bu birinci manayı tercih
etmişlerdir.
Ayrıca bu hususu teyid eden, Efendimiz'den (sav) mervi bir çok rivayet
de mevcuttur. Bu cümleden olarak, Allah Rasulü (sav) bir hadis-i
şeriflerinde:
"Sizden biriniz namaz kılarken, önünden herhangi bir kimsenin geçmesine
müsaade etmesin, gücü yettiği nisbette ve en uygun şekilde ona mani
olmaya
çalışsın. Yine de inat edip önünüzden geçmek isterse onunla dövüşsün,
çünkü
o Şeytan'dır." (4) buyururlar.
Bir
başka
defasında Efendimiz (sav), sokakta bir güvercin arkasından
koşup duran birisini görür ve şöyle buyurur:
"Bir şeytan, diğer bir şeytanın peşine
düşmüş!.." (5)
İşte
bunlar
gibi daha pek çok rivayetlerde Allah Rasulü (sav) bazı şahıslara,
hatta daha başka varlıklara bazı hareketlerinden dolayı, doğrudan
doğruya
"Şeytan" demiştir.
Yukarıda
da
temas edildiği gibi, aslında her iki mana arasında neticeye
tesir edecek ciddi bir ayrılık yoktur. Zira birinci görüşte olanlar,
kalb
ve kalıbı birden ifade ile insana şeytan derken, ikinci manayı tercih
edenler,
kalb ile kalıbı birbirinden ayırmış ve "Kalıbıyla insan, fakat kalbiyle
şeytan" demek istemişlerdir. Bunu destekleyen bir rivayet de vardır:
Huzeyfe (ra)
anlatıyor: Bir gün Allah Rasulü'ne:
"Ya Rasulallah! Bizler şer
içindeydik, Cenab-ı Hakk bizlere hayır ihsan
etti ve şimdi hayır içinde bulunuyoruz. Acaba bu hayırdan sonra tekrar
şer gelecek mi?"
Allah Rasulü:
"Evet" dedi.
Ben de:
"Acaba o şerden sonra tekrar
hayır olacak mı?" diye sordum, yine
"Evet" dedi.
Bunun üzerine " O nasıl
olacak?" deyince Allah Rasulü de:
"Benden sonra bir kısım
devlet adamları gelecek ki, benim yolumu ve
benim sünnetimi takip etmeyecekler. Hatta onlardan öyleleri idareye
vaziyet
edecek ki, beden ve cesetleri insan cesedi ama, içlerinde taşıdıkları
kalb,
şeytan kalbi!.." cevabını verdi. Allah Rasulü'nün bu izahı üzerine
"O zaman ben nasıl hareket
edeyim?" diye sorunca da:
"Dinle ve itaat et! Sırtına
vurulsa, malın elinden alınsa, yine dinle
ve itaat et!.." buyurdu. (6)
1) İbn-i Kesir, Tefsir, 3/312,313
2) Müsned, 5/178
3) Razi, 13/154; Alusi, Ruhu'l-Meani, 8/5
4) Buhari, Bedu'l-Halk 11; Müslim, Salat
258,259,260;
Ebu Davut, Salat 107; Nesei, Kıble 8; Kasame 48
5) İbni Mace, edep 44; Ebu Davut, edep 57;
Müsned, 2/345
6) Müslim, İmare, 52
|
Kur'an-ı
Kerim de Cinler |
Cinnin
Yaratılışı
Cinleri
öz ateşten
yarattı. (Rahman,15)
|
|
Cinleri
de
daha önce
zehirli ateşten yaratmıştık. (Hicr Suresi, 27) |
|
|
Kur'an-ı
Kerim'de değişik lâfızlarda 32 yerde cinden bahsedilmektedir.
Bunlardan 22'si cinn, 5'i cânn, 5'i de cinnet olarak geçmektedir;
Cinn:İsra
(88), Kehf (50), Zariyat
(56), Rahman (33), Araf
(38,179),
Neml (17,39), Fussilet (25,29), Ahkaaf (28,29),
Sebe (12,14,41), Cinn (1,5,6), En'am (100,112,128,130)
Cânn:
Hicr (27), Rahman
(15,39,56,74)
Cinnet:
Hûd (119), Secde (13),
Saffat (158) 2kez, Nâs (6)
"De
ki:
Cinlerden bir topluluğun dinleyip de şöyle söyledikleri
bana vahyolunmuştur: Gerçekten biz, hârikulâde güzel bir Kur'an
dinledik.
Doğru yola iletiyor, ona iman ettik. Kimseyi Rabbimize asla ortak
koşmayacağız.
Hakikat şu ki, Rabbimizin şânı çok yücedir. O, ne eş ne de çocuk
edinmiştir.
Doğrusu bizim beyinsiz olanımız, Allah hakkında pekaşırı yalanlar
uyduruyormuş.
Halbuki biz, gerek insanlar gerekse cinler Allah hakkında asla yalan
söylemezler,
sanmıştık. Şu da gerçek ki, insanlardan bazı kimseler, cinlerden
bazı kimselere sığınırlardı da, onların taşkınlıklarını arttırırlardı.
Onlar da sizin sandığınız gibi, Allah'ın hiç kimseyi tekrar
diriltmeyeceğini
sanmışlardı. Doğrusu biz, göğü yokladık, fakat onu sert bekçilerle,
alev
huzmeleriyledoldurulmuş bulduk. Halbuki, biz onun bazı kısımlarında
dinlemek
için oturacak yerler (bulup) oturuyorduk; fakat şimdi kim dinlemek
isterse,
kendisini gözetleyen bir alev huzmesi buluyor. Bilmiyoruz,
yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa Rableri onlara bir
hayır
mı diledi? Gerçekten biz, -kimimiz sâlih kişiler, kimimiz ise
bunlardan
aşağıda olmak üzere- türlü türlü yollar tutmuştuk. Şu
gerçeği
şüphesiz anladık ki, biz yeryüzünde bulunsak da Allah'ı âciz
bırakamayacağız,
başka yere kaçmakla da elinden kurtulamayacağız. Doğrusu biz, o
hidayeti
işitince ona iman ettik. Kim Rabbine iman ederse, artık ne bir
eksikliğe
uğratılmasından ne de haksızlık edilmesinden korkar.
İçimizde,
teslimiyet gösterenler de var, hak yoldan sapanlar da var.
Teslimiyet
gösteren kimseler, doğru yolu arayanlardır. Hak yoldan sapanlara
gelince,
onlar cehenneme odun olmuşlardır."
(Cinn Suresi 1-15)
"Aldatmak
için birbirlerine cazip sözler
fısıldayan cin ve insan
şeytanlarını
her peygambere düşman yaptık. Bu şeytanlar ahrete inanmayanların
kalblerinin
o sözlere yönelmesi, ondan hoşnut olması ve kendilerinin
isledikleri
suçları islemeleri için böyle yaparlar. Rabbin dileseydi bunu
yapamazlardı,
sen onları iftiraları ile başbaşa bırak." (En'am Suresi 112-113)
"
Allah
hepsini toplayacağı gün, "Ey cin topluluğu! İnsanların çoğunu
yoldan çıkardınz" der, insanlardan onlara uymuş olanlar, "Rabbimiz! Bir
kısmımız bir kısmımızdan faydalandık ve bize tayin ettiğin surenin
sonuna
ulaştık" derler. "Cehennem, Allah'ın dilemesine bağlı
olarak, temelli kalacağınız durağınız" der. Doğrusu Rabbin hakimdir,
bilendir.
Zalimlerin bir kısmını, kazandıklarından ötürü diğer bir kısmına
böylece
musallat ederiz. "Ey cin ve insan topluluğu! Size ayetlerimi anlatan,
bugünle
karşılaşmamızdan siziuyaran peygamberler gelmedi mi?" "Kendi hakkımızda
şahidiz" derler. Dunya hayati onları aldattı da inkârcı olduklarına,
kendi
aleyhlerinde şahidlik ettiler."
(En'am Suresi 128-130)
"Ey
cin ve
insan toplulukları! Göklerin ve yerin çerçevesinden çıkıp
gitmeye gücünüz yetiyorsa geçin. Ancak büyük bir güçle çıkıp
gidebilirsiniz."
(Rahman Suresi 33)
" Sabah
gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü yine bir aylık mesafe
olan rüzgârı da Süleyman'a (onun emrine) verdik ve onun için
erimiş
bakırı kaynağından sel gibi akıttık. Rabbinin izniyle cinlerden bir
kısmı,
onun önünde çalışırdı. Onlardan kim emrimizden sapsa, ona alevli
azabı tattırırdık. Onlar Süleyman'a kalelerden, heykellerden,
havuzlar
kadar (geniş) leğenlerden, sabit kazanlardan ne dilerse
yaparlardı.
Ey Davud ailesi! Şükredin. Kullarımdan şükreden azdır!
Süleyman'ın
ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen
bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki cinler
gaybı
bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı."
(Sebe Suresi 12-14)
|
Cinci
Hocalar |
Cenabı hakkın
ateşten hal ettiği cinleri
,
kendi
hükmü altına alması veya onlarla dostluklar kurarak olmasını istediği
bir
işte yardımlarını ve bilgilerini alarak sonuca ulaşmaya çalışan kimseye
denir.
Cinlerle
arkadaşlık kurmak, belkide son zamanlarda
hepimizin sıkça rastladığımız, hatta bazen ise kıskanarak bakılan bir
olay
halime gelmeye başlamıştır. Fakat, bazı insanların benim iki tane cinim
var, gibi bir takım dengesiz laflar ortaya koyması, konunun
aydınlanmadığının
bir yanıtı olarak karşımızda durmaktadır. Oysaki, insan yaradılışındaki
üstünlüğünü kabullenemeyen şeytan ve yandaşları, insanları alt etmek
için
ellerinden gelen gayreti göstererek insanlardan üstün olduklarını
kanıtlamaya
çalışmaktadırlar. Şeytanın Allah"tan insan oğlundan üstünlüğünü
kanıtlamak
için izin almasıdır.
Şunu
hatırlatmak isterim ki, cinlerle insanların
arasında bir perde Cenabı hak tarafından mevcuttur. Yaradılışımızda,
bizlerin
onları görmemesi için gözlerimize Allah bir perde ile kapatmıştır. Bazı
yapılan dualar sonucunda, kalp gözümüzün açılmasıyla birlikte onları
görme
şansımız vardır. Fakat bunun tam tersi olarak da, bazılarının ise
şeytanın
yardımıyla da perdeleri açılmıştır. Bu kişiler şeytana ruhunu satmış ve
inançlarında düşüklük olan ve cinlerle tam bir dostluk kuran
kişilerdir.
Bu yüzden de kötü güçten perdeleri açılanların, rahmani olan cinleri
görmesi
zordur. Fakat şer cinler, kendilerini rahmani iyi cinli gibi onlara
gösterebilirler.
Şer güçten perdesi açılan hocaların, bakan kişilerin iyi ve kötü cinli
ile arasındaki ayırımı yapmaları çok zordur. Algılamalarının rahmani
güçte
çok az ve zayıf tır. Bunun nedeni ise gücünü şer güçten şeytandan almış
olmalarıdır.
Toplumda
kendini cinci hoca diyen insanların
bir çoğu, sadece ve sadece cinlerle diyalog kurduklarını ve onları
gördüklerini
savururlar. Oysaki, günümüz cinci hocaların sadece ve sadece kötü
niyetli
işlerle uğraştıklarını, çok azının ise iyilik yönünde bir takım
işlemler
yaptığı bilinen bir gerçektir.. Cinler, hocalara ilk başta bir takım
olaylar
için doğru bilgi verirler. İleriki zamanlarda da duygu ve algılama ile
ilgili bir takım his vererek, kişinin her konuyu bilmek istemesi, her
şeyi
ben bilirim sevdasına kapılmalarına yol açar.
Daha
sonraki
zamanlarda, kişi kendine verilen
en büyük nimet olan akıl ve mantığını çalıştırmadan sadece kalbine
gelen
hisle ve cinlerin yönlendirmelerine bakarak konu ve hayat akışını
sağlamaya
çalışırlar. Bazı ileriki boyutlarda ise durumlar daha da artarak
verilen
bilgiler doğrultusunda güven sağlayan cinler kişinin evliyalık
mertebelerine
ulaştıklarını anlatır ve o kişin evliya"lık makamının üst düzeylerine
kadar
gideceğini söyleyerek, kişinin kendini üstün bir varlıkmış gibi
hissederek
kibirlenmesini sağlarlar. İşte bu andan itibaren, bakan kişi sorunlarla
karşılaşma zamanı gelmiş olacaktır.Bir başkasının sözü doğru bile olsa
kabullenmeyerek tek doğru olarak kendini göstermeye çalışır.
Buradaki
en
önemli olan olay cinlerle dostluk
kuran kişiler, belli bir aşamadan sonra, cinlerin verdikleri bilgilerin
tutarsız ve yalan çıkması üzerine psikolojik bunalımlara düştükleri,
kabullenemedikleri
ve onların yanlış bilgilerini doğru sayarak kendilerini aldattıkları
görülmektedir.
Cinci
hocalarda, da bakım yapanların değişik
olarak bakış şekilleri vardır. Bunlardan bazıları, suda
bakanlar,kitaptan
bakanlar,tırnakta bakanlar, bir boşluğa bakarak, görerek bakanlar,
hamile
yada küçük çocukları dualar okuyarak uyutarak bakanlar, diye ayırmak
mümkündür.
Buradaki en önemli olay ise bu bakımların en ortak özelliği cinci
hocaların
bildikleri duaları okuyarak cinleri etki altına almaya çalışmalarıdır.
|
Cinci
Hocaların Bakım Şekilleri |
Suda
bakanlar
Bir kap içerisini su
koyarak
ve bu suyun içine, bildikleri ayetleri okumak suretiyle cinleri suda
toplayarak
onlarla iletişim kurmasıdır.
Kitaptan bakanlar
Eski din
alimlerinin
yazmış oldukları bilgilerden faydalanırlar. Geçmiş zaman ki alimler
tarafından
tertip edilen dualar ve onların verdikleri örneklerden yola çıkarak,
kendi
bilgilerini de katar ve yorumlarlarını iletir.
Aynada bakanlar
Ayetleri, eski zaman
alimlerinin derlemiş olduğu duaları okumak suretiyle aynaya toplanan
cinleri,
TV ekranında seyredermiş gibi görerek aldıkları bilgileri iletirler. Bu
bakım tarzı genellikle rahmani olmayan cinlerin, aynada toplanması
muhtemeldir.buda
bakım yapan yada davet eden kişinin manevi gücü, cinlere olan
hakimiyetinden
kaynaklanmaktadır. Önemli bir hususta bu tür bakımların bakan yada
davet
eden kişi üzerinde kalan enerjinin yani cinlerin ileriki zamanlarda
rahatsızlık
vermesi muhtemeldir.
Tırnakta bakanlar
Ayetleri veya eski
zaman alimlerinin derlemiş olduğu duaları okumak suretiyle baş
tırnağının
üzerinde cinleri, bir TV ekranını seyredermiş gibi görerek aldıkları
bilgiyi
iletirler. Dikkatle yapılması gerekir. Bakan kişinin cinleri, hüküm
altına
alamaması durumunda, farklı türde değişik olaylar yaşayabilmesi
muhtemeldir.
Uyutarak bakanlar
Burada bakan
hocanın
göz perdesinden dolayı, cinleri göremeyerek okumalar yaparak bir başka
kimseyi aracı kullanmasıdır. Sıkça karşılaşılan bu olay en tehlikeli
olanıdır. Kesinlikle
uzak durulması gerekmektedir. Burada daha öncede, bir çok filmlerde
karşılaştığınız
hipnotizma denilebilecek bir olay gerçekleşmektedir. Hocanın, aracı
kullandığı
kişinin vücut enerjisi ve manevi gücü çok önemlidir. Bir çok sakıncası
vardır. Sakıncaların en önemlisi bu bakımdan sonra vücudunda kalan
enerjiyi
atamayan kişiler, ileriki zamanlarda ciddi manevi ve psikolojik
rahatsızlıklarla
karşılaşmışlardır. Kalan etkiyi yok edebilecek türde bir hocanın
olmayışı,
buna bağlı olarak kişinin bu türdeki denemelerin ilk başlangıcı olursa
, farklı etkiler alması, bilgi veren yada yardım eden cinlerin, ondan
gitmek
istememesi gibi bir takım etkileri mevcuttur. Bu yüzden de tamamen bu
tür
olaylardan uzak durulması gerekmektedir.
|
Yararlanılan
Eserler
99
Soruda Cinler, Mahmut Haseni, Arifan Yayınları
Bilgi
Hikmet
Cinler, Doğan Mirzaoğlu
Cinlerin Esrarı, Imam-ı Şibli
Cuma Hutbesi, A.Rıza Demircan,
Doğu ve Batı kaynaklarına Göre Cinler, Giovanni Scognamillo, Arif Arslan
Dünya
Kardeşlik Birliği, ALTIN
ÇAĞ BİLGİ KİTABI, 1986 fasikül
17, sayfa: 151
Elmalı Tefsiri, Rahman suresi 55/56, Kehf Suresi/ 50, Ahkaf Suresi/29
Fetvalar, Mehmet Emre, Cilt 2
Kur'an-ı Kerim
Metafizik Dünya
Tenkitlerim, Tetkiklerim ve Makalelerim, Mehmet Emre
Ruh, İnsan, Cin,
Ahmed Hulûsi
Zafer Bilim Araştırma Dergisi
|