Asım Zihnioğlu ÇAYA GÖNÜL VERENLER
Dr. Muharrem Öksüz


Türk çaycılığına, Doğu Karadeniz Bölgesi ve insanına gönül veren biriyle daha beraberiz. Memuriyetinin başlangıcından bitimine kadar ve emekliliğinden sonra da her an faal olarak kendini çaya hasreden bu şahıs Asım Zihnioğlu'dur.

Asım Zihnioğlu ile en son 1985 yılı Haziran ayındaki çay sempozyumunda karsılaştık. Ağırlıklı olarak tüm söyleşilerimiz tabiiki çaycılığımız hakkında idi. Asım Zihnioğlu'nun ben en çok etkileyen tarafı ilerlemiş yaşı ve neredeyse 20 yıla yakın bir zaman önce emekli olmasına rağmen çaya karşı büyük ilgisinin ve heyecanının hala devam etmesi idi.

Özellikle dikkatimi çeken bir konu da Sayın Asım Zihnioğlu'nun Sempozyum süresince bıkmadan, ilgisi hiç azalmadan aynı heyecan ve dikkatle sempozyumu sonuna kadar izlemesi idi. Bu sıralardaki söyleşimizde bana Türk Çaycılığının bu seviyeye ulaşacağını çaycılığımızın ilk yıllarında hiç kimse hayal bile edemezdi demişti.

Sayın okurlarımız, iste çaycılığımızı hayal ediIemiyecek boyutlarda gerçekleştiren kişilerden biri de Asım Zihnioğlu'dur.

-Sayın Zihnioğlu, Bildiğiniz gibi sizinle en son 1985 Haziranında söyleşide bulunmuştuk. Çaykur dergimizin başlattığı "Çaya Gönül Verenler" yazı dizinin bu defa ki konuğu olarak sizi seçtik. Öncelikle söyleşimize katıldığınız için Çaykur dergisi adına teşekkür ederim. Müsaade ederseniz önce özgeçmişinizle söyleşiye başlamak istiyorum.

- Sayın Öksüz, beni hatırlamanız ve Çaykur derginizdeki böyle mutena bir sayfada bana yer vermenizden  dolayı kalpten duyduğum memnuniyeti ifade etmek isterim. Gerçekten beni çok duygulandıran ve onurlandıran bu söyleşi için teşekkür ederim.

Ben 1909 Uşak doğumluyum. 1924 Uşak idadisi orta kısmını bitirerek ayni yıl İzmir Ziraat Okuluna girdim. 1927 yılında bu okuldan mezun oldum. Değişik yerlerde görev yaptıktan sonra 1938 Ağustosunda Rize Çay ve Fidanlıkları teşkilatına tayin edildim. Önce çay ekim alanları ve fidanlıklar tesisinde görev aldım. 1938 yılından itibaren başlayan ilk çay atölyesindeki çay imalatı, 1939-940 ve 1941 yıllarındaki ürünlerin işlenmesi çeşitli bölgelerde kurulan atölyelerde sürdürüldü. Daha sonraki yıllarda çay ürününün islenmesi için kurulan atölyelerin genişletilmesi yapıldı. 1943 yılında Tarım Bakanlığı tarafından çay staj ve ihtisası maksadıyla önce Hindistan'a ve daha sonra Sri Lanka'ya (Seylan) gönderildim. Bu arada şimdiki adı Bangladeş olan eski doğu Pakistan (Sylhet) çay bölgelerinde Kuzey ve Güney Hindistan ve plantasyonlarında ve fabrikalarında çalışarak incelemelerimi sürdürdüm. 1946 yılında temeli atılan ilk Çay Fabrikasının kuruluşunda görev aldım. 1947 Mayıs Kampanyasında çalışmaya başladık. 1953 yılında da Çayeli ve Gündoğdu Fabrikalarının kuruluşuna da katıldım. 1953 yılı Temmuz ayında İstanbul’da Tekel Genel Müdürlüğünde Teknik Şef Kadrosuna atandım. 1956 yılı Mayıs ayında çay degustasyon, ambalajı ve pazarlaması konusunda bilgi artırımı maksadıyla İngiltere'ye staja gönderildim. 1957 yılı başında stajımı tamamlayarak yurda döndüm ve 1960 yılında Tekel Genel Müdürlüğü Çay Şubesi Müdürlüğüne atandım. Çay konusundaki dış ilişkileri, devlet planlama ve Standartlar Enstitüsünde çay standartları çalışmalarına katıldım. 1964-1968 dönemi çay planlamasına ait 1. inci ve 11. inci Planlama İhtisas Komisyonu raportörlüğünü yaptım. Bu arada Sri Lanka'da toplanan (1966) FAO. Çay Sempozyumuna katıldım. 1966 yılında Londra'da I.S.0 toplantısına katıldım ve bu memlekette hem çay borsalarındaki durumu ve hem de dünyaca ünlü müesseselerin çay harmanlama, degustasyon ve paketleme fabrikalarını inceleyerek görevime döndüm. 1968 yılında da "Cento"nun İran’daki Çay Sempozyumuna katıldım. Bu münasebetle Hazar Denizi kıyılarında yeni yeni kurulmakta olan İran çay sahalarında ve Fabrikalarında inceleme yaptım. Bu sıradaki görevim Tekel Genel Müdürlüğü uzman müşaviri idi ve bu görevi sürdürmekte iken kend iisteğimle 1969 yılı Eylül ayında Emekliye ayrıldım.  

- Sayın Zihnioğlu Rize'ye gelişiniz ve çay’la tanışmanız nasıl oldu? Bu konulardaki ilginç anılarınız varsa anlatır mısınız?

-1938 yılı Ağustos ayı basları idi. Giresun Fındık İstasyonunda görevli idim. Giresun Özel İdaresi Genel Meclisinin Kararı ile bu Vilayet nam ve hesabına İtalya’da Fındık ihtisası yapmam için pasaportumu hazırlamış, Tarım Bakanlığının tasdiki ve vizesi için Ankara'ya gitmiştim. Fakat bu sırada ve biraz önce, Bakanlığın beni Rize Çay Teşkilatına naklen tayin etmiş olduğu cevabıyla karsılaştım. Önce buna itiraz ettimse de kabul ettiremedim. Geri dönerek Giresun'daki ilişiğimi kestim ve Rize'ye hareket ettim. 20 Ağustos’ta Rize'ye vardım. Ayni günü, bugünkü Araştırma Enstitüsünün eski bir binasında Zihni Derin'le karsılaştım. Zihni Hoca bu binanın alt katında küçük çaplı bir laboratuar kurmakla meşguldü ve benden 3-4 gün önceki vapurla gelmişti. Çalışmalarımızda T.B.M.M. sindeki eski Mardin Milletvekilliğinde bulunmuş olan Prof. Ali Rıza Erten'in 1918 yılında Batum ve çevresinde yaptığı incelemeye ait (Şimali Şarki Anadolu ve Kafkasya'da Tetkikatı Ziraiye) kitabından ve Prof. Şevket Raşit Hatipoğlu'nun (Türkiye'de çay iktisadiyatı) adli yapıtından faydalandık. Çalışma arkadaşlarım Rauf Basar, Cahit Yılmaz, Mahmut Fevzi Gökçeali, Hakki Balköse, Sadullah Dikmen idi. Yine bu sırada Çay Enstitüsünün bir kösesinde küçük çaplı bir çay atölyesi kurup bu atölyede eski Çin usulü çay isleme yöntemleriyle de uğraşıyorduk. 

- Sayın Zihnioğlu çay tarım ve sanayiine uzun yıllar hizmet verdiniz. Çaycılığımızın ilk yıllarını anlatırmısınız? 

-O sıralarda Rize ve çevresinde çay yetiştirilebileceği konusu çok kimsede kuşku yaratmakta idi. Nitekim ilk 4-5 yıllık dönemde belli başlı İstanbul gazetelerinde bile bu konudaki gayretlerin boşa çıkacağı yolunda aleyhte yazılar çıktığını gördük. Bu iddiada bulunanlar çayın sadece Seylan, Hindistan ve Endonezya gibi Tropik iklimde yetişebileceğini ileri sürüyorlardı. Ankara Refik Saydam Enstitüsü raporu çok isimize yaradı. Raporda Rize çayının tam nitelikli bir ürün olduğu yazılıyordu. Bu raporu çoğalttık 20 ser gramlık mukavva kutular hazırladık. İlk olarak kıvırma işlemini avuçlarımızın içinde ve kendir torbalar içinde yuvarlayarak yaptığımız ve üstü sacla kaplı odun ocağının üzerine kurduğumuz kurutma dolabında kurutarak elde ettiğimiz toplam 30 kilo çayı bu küçük kutularda ambalaj ettik. içerisinde de analiz raporundan birer kopya koyarak Ankara'da üst düzey bürokratlara, Bakanlık Teşkilatına ve Millet Vekillerinin çoğuna elden dağıttık. Böylece ilk tanıtım başlamış oldu. Gerçektende bu 30 kilo miktarındaki ilk Rize çayı körpe ve taze yapraklardan yapılmıştır. Zengin altınbaşlı idi. Onu içenler memnun kalmıştı. Rize çayının Ülke insanlarımıza tanıtılması için bize zaman gerekliydi. Zira henüz ortada bir dönüm bile çay bahçesi yoktu. ilk amaç Türkiye'nin iç tüketimini karşılayacak çay bahçeleri kurmaktı. Bunun için tohum lazımdı, Rusya'dan tohum getirttik. Gönderdiğimiz ikinci motorla alıp getirdik.

- Sayın Zihnioğlu Çay'da ilk görev aldığınız yıllardaki Doğu Karadeniz insaninin yaşamına biraz değinirimsiniz? Özellikle o zamanki sosyoekonomik durumu kısaca anlatabilir misiniz? 

- O sıralarda Ülkemizde kahve rağbette idi. Evlerde, kahvelerde çoğunlukla kahve içilir, çay pek kullanılmazdı. Örneğin 1938 yılında Türkiye'de 1 yılda tüketilen çay miktari 800 ton kadardı. Nüfus başına düsen çay tüketimi ise yılda 50 gram idi. Hele Rize bölgesi insanları en az çay içenler grubuna giriyordu. Çayı sadece bardakta tanıyorlar çay üretimi hakkında hiç bilgileri yoktu. Doğu Karadeniz de halk çok engebeli bir arazide ve çok yağışlı bir bölgede bulunulması nedeniyle tahıl ve diğer tarım ürünleri yetiştirme olanaklarından yoksundu. Çoğu arazi bu yüzden hiç işlenmez ve ekilmez halde doğal açalya ve rododentron çalı bitkileri ve eğrelti otlarıyla kaplı idi. Bazı taban yerlerde dere kenarında kızılağaç yetiştirilir, bununla yakacak ihtiyacı karşılanırdı. Çok engebeli olan bu bölgede toplu halde köy bulunmazdı. Herkes evini bir derenin veya tepenin bir yamacındaki arazinin yanına kurmuştu. Bu şekildeki münferit evlerin altında ve yanındaki arazide çalı çırpıdan temizlenerek mısır tarlası haline getirilen küçük çaplı topraklarda ayni zamanda fasulye, kara lahana ve yemeklik kabak yetiştirilirdi. Üretilen mısır ise bazı evlerin 2-3 aylık bazılarının ise 4-5 aylık ihtiyaçlarına ancak yetiyor, geri kalanını satın almak zorunda bulunuyorlardı. Çarşamba ovasında yetiştirilen mısırın çoğu bu bölgede tüketilirdi. Dar ve sınırlı kıyı şeridinin bazı yerlerinde Mandalina ve az sayıda da Portakal, Fındık, Üzüm yetiştirilmesiyle uğraşılırdı. Fakat bunların sayıları kısıtlı, üretim ise yetersizdi. Ancak hemen her evde beslenen, yetiştirilen yerli ırk küçük çaplı birkaç bas inek bu aileler için süt, yoğurt ve tereyağı ihtiyacını karşılayan en kıymetli bir varlıktı. Fakat ele geçen az miktardaki tereyağı ev kadınlarının pazarlarda satabildikleri tek ürün oluyordu. Evlerde yağ ihtiyacı ise tereyağı parasıyla yine pazardan  satın alınan kurutulmuş iç yağı ile karşılanıyordu. Bu yağ çoğu evlerde yemeklere lezzet veren tek kıymetli malzeme idi. Ve bir ipe bağlanarak ocağın bir kenarına asılırdı. Lahana ve fasulye tenceresine bir kaç defa daldırılarak o yemek yağlanır ve ipe bağlı içyağı tekrar ocaktaki yerine asılırdı. Gurbetteki eş veya oğuldan gelen kısıtlı harçlık ile pazardan mısır, tuz, gaz, bulgur, makarna, seker, çarık, basma gibi en zaruri şeyler satın alınırdı. Pazardan alınan mısır v.s. kocaların, oğulları gurbette olan esler ve analar sırtına yüklenen sepetlerle köylerine taşınırdı. Doğru dürüst sahil yolu bile yoktu. Köy yolları ise patikaydı. Bu yollarda pazara gelip giden çoğu kadınların yalınayak yürüyerek kasaba kıyısına gelince bir çeşme kenarında toplanarak ayaklarını yıkar ve kendilerinin ördüğü yün çoraplarını giyip üstüne geçirdikleri çarıkla pazar yerine girerlerdi. Barsak parazitlerinin bölge insanlarında salgın hale gelmesini doğuran bu durumun tek nedeni ekonomik yetersizlik ve köylümüzün ihtiyacı olan para getiren bir ürüne sahip olmamasından ileri geliyordu. Bu yüzden 12.yaşını dolduran çocuk yastaki çoğu aile ile orta ve hatta ileri yastaki erkekler bile (Kasaba merkezindekiler hariç) gurbette idiler. Dar ve sıkışık ekonomik durumun yönettiği zor yaşam şartlarına rağmen haysiyet ve onurlarını her şeyin üstünde tutan bu bölge insanlarının en büyük desteği onların doğal olarak sahip oldukları yaşam için savaş, yaşam için dayanma yeteneğinden kaynaklanıyordu.

Buna ek olarak bu bölge insanlarının iyiyi, doğruyu, ve yararlıyı seçebilme, kavrayış ve seziş yeteneklerine sahip olmalarının payı da önemli bir doğal faktör idi. Topraklarının o sıralarda kendilerini beslemeye yetmemesi yüzünden Çarlık Rusyası, Romanya ve hatta Polonya'ya kadar uzanarak geçim savaşı veren bu insanlarımız topraklarında çay yetiştirebileceklerini söyleyen ve çayın üretme tekniğini öğretmeye çalışan genç ziraatçıların öğütlerini önce kuşku ile dinlemişler ise de kısa zamanda konunun önemini kavrayan ve o zamana kadar hiç ise yaramayan ve hatta kızılağaç bile yetiştirilemeyen çalılıkları sökmeye buraları kendilerine tarif edilen ve örnekleriyle gösterilen setler haline getirmeye koyuldular. - Sayın Zihnioğlu Bugünkü Çay Enstitüsünde uzun yıllar yöneticilik yaptınız. İlk çay imalatını Zihni Derin Hoca ile gerçekleştirdiniz. Bu konuda bilgi verir misiniz?

-1939 Yılı ilkbaharında dikilen çay bahçelerindeki fidanlardan 1940 ve 1941 yıllarında ilk örnek yaprak toplamasını yaptık. Fidanların 40 cm boy olanlarının ucundaki filizleri toplatıyorduk. Böylece azda olsa komşularının bir ürüne kavuşmasını görenlerin yararlı bir fikre sahip olabileceklerini hesaplıyorduk. Merkez fidanlıkta geliştirdiğimiz ilk çay atölyesinde bize getirilen çay yapraklarını  o zamanki para değerine göre 1 kilosunu 60 kuruş hesabıyla satın alıyor ve parasını da hemen pesin ödüyorduk. Bu fiyat o zamanki dünya çay fiyatlarına göre yüksek seviyede bir teşvik fiyatı idi. Ağırlığı 100 gr. kadar olan yaprakları teslim alıyor karşılığında 6 kuruş ödüyorduk. O sırada 6 kuruşla 2 kilo mısır alınabilirdi. Yeni yetişecek ürünü karşılamak ve islemek üzere 1941 yılından itibaren yeni atölyeler kurmaya giriştik. Önce Derepazarı, sonra Gündoğdu ve Çayeli atölyeleri kuruldu. Mamak gaz ve maske fabrikasında küçük çaplı kıvırma makineleri yaptırıldı. 1946 yılı sonuna kadar bu tip atölyelerde çay islemeye devam edildi. 1947 yılında ise ilk çay fabrikasında gerçek anlamda ve modern tarzda imalata geçildi. Önceleri Tarım Bakanlığı bünyesinde tek bir Müdürlük halinde toplanan çay teşkilatı, 1943 yılı sonunda Çay ve Fidanlıklar Müdürlüğü ile Fabrikalar Müdürlüğü olarak yan yana iki teşkilat halinde ayrıldı. Bu iki teşkilat, bölgede gerek çay tarım ve tekniğinin, gerekse fabrikasyondaki teknolojinin gelişmesini başarmıştır. Böylece çay bölgeleri tarım teşkilatına, fabrika ve atölyeler ise Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumuna bağlandı. Önce Bahçe Kültürleri istasyonu daha sonra Çay Araştırma İstasyonu adını alan Tarım Teşkilatında Müdürlük ve yöneticilik yapan; Hilmi Alova, Şinasi Türel, Kazım Kartal, Hızır Nurik, Sadettin Türüt, Mevlüt Kinez ve birlikte çalıştıkları diğer bölge memur ve amirlerinin gerçek tarım tekniklerinin uygulanmasında büyük çaplı görev ve hizmetlerini takdirle, saygıyla ve sevgi ile anmaktan mutluluk duyarım. Bu değerli uzman arkadaşlarımızın Türk Çaycılığının yerleşme ve gelişmesindeki emekleri ve doğru bildikleri yolda ciddiyet ve korkusuzlukla yürümeleri sayesinde, ülke çaycılığının dünya çaycılığı seviyesinde örnek bir başarıya ulaşması sağlanabilmiştir.

Kaynak: Çaya Gönül Verenler, Dr. Muharrem Öksüz, Çaykur Dergisi, Sayı:8, 1987