En çok hadîs bilen sahâbîlerden.
Abdullah bin Ömer hazretleri, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden olup, dört
büyük halîfeden Hazret-i Ömer’in oğludur. İlk îmâna gelenlerdendir.
Babası îmân ile şereflenince, o da küçük yaşta Müslüman oldu.
Küçük yaştan beri Peygamber efendimizle beraber bulundu. Bunun için
Eshâb-ı kirâm içinde en çok hadîs-i şerîf nakledenlerden oldu.
Ayrıca, yaratılış olarak üstün hâllere sahip olduğundan ve Resûlullahın
hizmeti ile şereflenip, uzun zaman sohbetlerinde bulunduğundan, bütün
ilimlerde mâhir oldu.
Çok cömert idi
Harâm ve şüphelilerden sakınmakta, dünyaya düşkün olmamakta örnek
durumdaydı. Her işte çok araştırıcı, inceleyici ve dikkatliydi. Çok
cömert olup, ikrâm etmeyi çok severdi. Akşam yemeklerini, yalnız yediği
hiç vâki değildi. Mutlaka misâfir arar bulurdu.
Bir gün Abdullah bin Ömer hazretlerine, bin dirhem para ile kıymetli
bir kaftan hediye getirilmişti. Dostlarından biri ertesi gün, onu,
çarşıda hayvanına veresiye yem alırken görünce şaşırdı. Evine gidip
sordu:
- Dün Abdullah bin Ömer’e bin dirhem para ile kıymetli bir kaftan
gelmemiş miydi?
- Evet gelmişti.
- Fakat bugün onu veresiye alışveriş yaparken gördüm.
- Doğrudur. Hediyeleri aldığı gün, kaftanı omuzuna alıp,
çarşıya çıktı. Dönüşünde ne kaftan ne de paralar vardı. İhtiyacı
olanlara hepsini dağıtmış.
Gençliğinde bir rü’yâ gördü. Rü’yâsında ipek bir kumaş parçasının
üzerine binerek uçuyor, Cennetteki istediği yerlere konuyordu. Bu
sırada birileri onu Cehenneme götürmek istedi. Hemen karşısına bir
melek çıkıp, “Korkma!” dedi. Sonra alıp tekrar Cennete götürdü.
Hazret-i Hafsa, onun bu rü’yâsını Resûlullaha anlatınca, Peygamber
efendimiz buyurdu ki:
- Abdullah ne iyi insandır. Keşke geceleri de namaz kılsa!
O zamandan sonra gece namazını hiç bırakmadı.
Allahtan korkmak
Allahtan başka kimseden korkmazdı. Bir gün yolculuğa çıktı. Yolda
karşılarına bir aslan çıkınca, arkadaşları korkup ne yapacaklarını
şaşırdılar. O korkusuzca aslanın yanına yaklaşıp, kulağına dedi ki:
- Resûlullahtan işittim. “İnsanoğlu Allahtan başkasından korkmazsa,
hiçbir şeyi ona musallat etmez” buyurdu. Yoldan çekil de yolumuza
devam edelim.
Aslan sessizce oradan uzaklaştı.
Acıkmayınca yemez, yediğinde de çok az yerdi. Nitekim Irak’tan
ziyâretine gelen bir dostu, kendisine hediye olarak bir ilâç getirerek
dedi ki:
- Bu iyi bir ilâçtır. Sana, Irak’tan getirdim.
- Bu ilâç neye yarar?
- Hazımsızlığa iyi gelir.
- O zaman, sen bu ilâcı başkasına ver!
- Niçin?
- Çünkü, ben ömrümde hiç karnım doyana kadar yemek yemedim.
Bundan sonra da yemiyeceğim için bende hazımsızlık olmaz.
Bir gün Abdullah bin Ömer hazretlerinin devesi kayboldu. Çok aradı,
bulamadı. “Alana helâl olsun!” deyip mescide girdi. Sonra biri gelip
dedi ki:
- Deven filân kimsede.
Mescidden çıkıp giderken, hatırladı. “Ben onu alana hediye etmiştim”
deyip tekrar mescide döndü.
Allah için sev!
Peygamber efendimiz bir nasîhatinde, Abdullah bin Ömer hazretlerine
buyurdu ki:
- Allah için sev, Allah için darıl, Allah için anlaş! Velîlik
mertebesine ancak böyle kavuşabilirsin! Bu minvâl üzere olmıyan kişi,
namazı ve orucu çok olsa bile, îmânın tadını alamaz.
Yâ Abdullah, sabaha çıktığın zaman akşam için kendini
kaygılandırma! Akşama çıktığın zaman sabah için kendini kaygılandırma!
Sağlığında hastalığın ve hayatında ölüm için tedbîr al!
Abdullah bin Ömer hazretleri, harâmdan çok korkardı. Bunun
için, sık sık buyururdu ki:
- Kambur oluncaya kadar namaz kılsanız ve kıl gibi oluncaya kadar oruç
tutsanız, harâmdan kaçmadıkça bunların va’dedilen mükâfâtına
kavuşamazsınız!
Biri, Abdullah bin Ömer hazretlerine, “Allah için, seni çok seviyorum”
deyince buyurdu ki:
- Ben de Allah için, seni hiç sevmiyorum. Çünkü sen, ezânı
tegannî ederek, şarkı söyler gibi okuyorsun.
Tâbiînin büyüklerinden Nâfi’ buyurdu ki:
“Ben henüz çocuk iken Abdullah bin Ömer ile beraber gidiyorduk. Ney
sesi işittik. Hazret-i Abdullah, kulaklarını parmakları ile kapadı.
Oradan hızla uzaklaştık. Bir müddet sonra bana dedi ki:
- Ney sesi daha işitiliyor mu?
- Hayır işitilmiyor.
Ancak ondan sonra parmaklarını kulaklarından ayırdı.”
Hiç kimse yanmasın!
Resûlullah efendimiz, Abdullah bin Ömer’i çok severdi. Nitekim bir gün
Hazret-i Abdullah, Resûlullahın huzûrlarına gelmişti. Resûlullah
efendimiz ona çok iltifât edip, (Kıyâmet günü herkesin beratı [kurtuluş
vesîkası] her işi ölçüldükten sonra verilir. Abdullah’ın beratı
ise, dünyada verilmiştir) buyurarak onu medh ve senâ buyurdu.
Sebebi sorulduğunda buyurdu ki:
- Kendisi vera’ ve takvâ sahibi olduğu gibi, duâ ederken “Yâ
Rabbî! Benim vücûdumu, kıyâmet günü o kadar büyük eyle ki, Cehennemi
yalnız ben doldurayım. Cehennemi insanla dolduracağım diye verdiğin
sözün böylece yerine gelmiş olsun da, Muhammed aleyhisselâmın
ümmetinden hiç kimse Cehennemde yanmasın” diyerek, din kardeşlerini
kendi canından daha çok sevdiğini göstermiştir. [Ebû Bekr-i
Sıddîk’ın da böyle duâ ettiği Menâkıb-i çihâr yâr-ı güzîn kitâbında
yazılıdır.]
Abdullah bin Ömer hazretleri bir gün, birkaç arkadaşı ile Medîne-i
münevvere dışına çıkmışlardı. Yemek vakti gelince sofra hazırladılar. O
sırada köle olan bir çoban selâm verdi. Hazret-i Abdullah çobanı yemeğe
da’vet etti. Çoban oruçlu olduğunu söyleyip sofraya oturmadı. İbni Ömer
ona sordu:
- Bu çok sıcak günde hem koyunları otlatman, hem de oruç tutman nasıl
oluyor?
Çoban da cevap verdi:
- Bu hâlde çok günler oruç tuttum. Abdullah bin Ömer hazretleri, onu
denemek için dedi ki:
- Koyunlarından birini satar mısın? Hem parasını, hem de iftâr etmen
için etinden veririz?
- Koyunlar efendimindir.
- Efendine kaybolduğunu söylersin.
Bunun üzerine çoban, tam bir teslimiyetle şöyle cevap verdi:
- Allahü teâlâ görüp biliyor.
Azâd ettiler
Abdullah bin Ömer hazretleri, çobanın sözünü birkaç defa tekrar etti.
Medîne’ye döndüklerinde, çobanın efendisine birini gönderip, sürüyü ve
çobanı satın aldı. Onu azâd ederek, koyunları da ona hediye etti.
Mekke’nin fethi sırasında, İbni Ömer yirmibeş yaşlarında bulunuyordu.
Sür’atli koşan bir atı vardı. Bu at üzerinde, elinde mızrağı olduğu
hâlde çok heybetli idi. Resûlullah efendimiz onun bu hâlini görünce,
“Abdullah! İşte Abdullah” buyurarak mücâhidliğini övdüler.
Müslüman ordusu, büyük bir ihtişâmla Mekke’ye girdiği zaman, Resûl-i
ekrem bir deve üzerinde olup, İbni Ömer de yanında bulunuyordu.
Mekke’nin fethinden sonra Abdullah bin Ömer, Huneyn muhârebesine
katıldı. Büyük kahramanlıklar gösterdi.
Ordu bir ara geri çekilmek üzere iken İbni Ömer, Resûlullah efendimize
yaklaşarak, duâ istedi ve, “Zafer nasîb olursa i’tikâf edeceğim” diye
arzetti. Resûl-i ekrem onun bu arzûsu üzerine buyurdu ki:
- Dilediğini yapar, adağını yerine getirirsin.
Sonra zafer nasîb oldu.
Huneyn’den sonra Tâif muhâsarası oldu. Bu muhâsarada öncü
kuvvetlerinden idi. Resûlullahın duâsı ile fetih nasîb oldu.
Doksandan fazla yara vardı
Abdullah bin Ömer hazretleri, Mûte harbinde de bulundu. Bu husûsla
ilgili kendisi şöyle anlatır:
“Resûlullah efendimiz Mûte gazâsında Zeyd bin Hârise’yi kumandan
yapmış, “Eğer Zeyd şehit olursa, Ca’fer bin Ebî Tâlib, o da şehit
olursa, Abdullah bin Revâha kumandanlık yapsın” buyurmuştu.
Ben de bu savaşta idim. Ca’fer bin Ebî Tâlib’i harb meydanında aradık
ve şehitler içerisinde bulduk. Vücûdunda doksandan fazla kılıç ve
mızrak yarası vardı.”
İyilik etmesini, hayrı, sadakayı, köle azâd etmeyi çok severdi. İyi ve
güzel huylu olup, kötülükten uzaktı. Her işini ve her şeyini Allah için
yapardı. Yüzüğünün taşında, “Abdullah bin Ömer, Lillah” ibâresi yazılı
idi. Abdullah bin Ömer hazretleri buyurdu ki:
- Müslümanlıkla şereflendikten sonra, en büyük sevinç ve neş’em;
gönlümün, herkesi peşinden koşturan birtakım istek ve arzûlara
meyletmemiş olmasıdır.
Hazret-i Ebû Bekir devrinde, Amr bin Âs komutasındaki orduda vazîfe
aldı. Ordu, Filistin toprağına girince, Amr bin Âs, Abdullah bin Ömer’e
bir sancak ve emrine bin süvâri verdi.
Kimse dağılmasın!
Birlik, Amr bin Âs’ın emri üzerine hareket etti. Sabaha kadar
yürüdüler. Bu sırada, kalabalık insan topluluğuna dâir birtakım izlere
rastladılar. Abdullah bin Ömer hazretleri dedi ki:
- Zannederim bu asker izi, Rumların öncü birliklerine âittir.
Sonra emrindeki askerlerle birlikte durdu. Askerler dediler ki:
- Bu izi takip edelim.
Bunun üzerine Abdullah bin Ömer şu tâlimâtı verdi:
- Hayır, izin kime âit olduğunu kesin olarak öğreninceye kadar kimse
dağılmasın!
Kimse yerinden ayrılmadı. Araştırma netîcesinde, Müslümanlardan haber
almak için dolaşan, onbin kişilik Rum askerinin, yakınlarında olduğunu
anladılar. Abdullah bin Ömer, onları görünce, askerlerine seslendi:
- Bu fırsatı kaçırmayınız! Cennet kılıçların gölgesi altındadır!
Bütün asker gür bir sesle, “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah”
dedi. Kelime-i tevhîd sesleri semâyı çınlattı. Sanki ağaçlar, taşlar ve
her şey onlara Kelime-i tevhîd ile cevap veriyordu. İlk hücûm eden
İkrime bin Ebî Cehl oldu. Onu Süheyl bin Amr, sonra da Dehhâk takip
etti. İki ordu birbirine girmişti. Abdullah bin Ömer hazretleri, savaş
hâlini şöyle anlatmıştır:
“O anda, Rumların önde gelen cengâverlerinden, iri yapılı, sağına
soluna çevik hareketlerle vuran birini gördüm. Bu, öncü kuvvetlerinin
komutanı ve Rumların gözbebeği olan biri idi.
Rum askerinin üzerinde moral yönünden büyük te’sîri vardı. Üzerine
hücûm edip, mızrağımı uzattım, fakat kendini kurtardı.
Öldürmek için tekrar bir fırsatını bulup, yaraladım. Kılıcımla vurdukça
vuruyordum. Sanki taşa çalıyordum. Her vuruşta kılıç, sert taşa
vurulmuş gibi ses çıkarıyordu. Hattâ kırıldığını zannettim. Nihâyet
yere düşürdüm.
Bunu gören Rumlar büyük bir korkuya kapıldılar. Müslüman mücâhidler ise
daha şiddetli ve aşkla çarpışmaya başladılar. Allah için, Dehhâk ve
Hâris bin Hişâm çok kahramanlıklar gösterdiler ve düşman büyük bir
hezîmete uğrayıp dağıldı. Böylece Allahü teâlânın yardımı ile zafere
ulaştık.”
Abdullah bin Ömer nerede?
Muhârebe bittikten sonra, Müslüman askerleri toplandılar. Rumlardan
aldıkları malları ve ganîmetleri ortaya getirdiler. Bütün askerler
döndüğü hâlde, Abdullah bin Ömer hâlâ görünmüyordu. Müslümanlar
birbirlerine soruyordu:
- Abdullah bin Ömer nerede?
İçlerinden biri, onun çok zâhid ve ibâdete düşkün olduğunu söyledi.
Başkaları da, onu medheden konuşmalarda bulundular.
Bu konuşmaları, bulunduğu yerde dinleyen Abdullah bin Ömer hazretleri
yüksek sesle, tekbîr ve tehlîllerle, Resûlullaha salâtü selâm getirdi
ve elindeki bayrağı salladı. Bunu gören Müslümanlar, yanına koştular.
Kendisine, nerede olduğunu sorduklarında, “Rumların kumandanları ile
meşgûldüm. Onu öldürdüm” dedi.
Abdullah bin Ömer hazretleri, Mûte ve Yermük savaşlarında bulundu.
Hazret-i Ebû Bekir’in hilâfeti zamanında Hâlid bin Velîd’in
Arabistan’da isyân hâlinde bulunan mürted kabîlelere karşı açtığı
sefere iştirâk etti.
Ayrıca Nihâvend muhârebesine ve Hazret-i Osman’ın Mısır vâlisi Abdullah
bin Sa’d’ın Kuzey Afrika fütûhatını tamamlamak için Medîne’den
gönderdiği yardımcı kuvvetler ile harbe katıldı.
Yine az zaman sonra 650-651 târihinde Sa’îd bin Âs kumandasındaki
Horasan ve Taberistan seferine iştirak etti.
İstanbul’a geldi
Abdullah bin Ömer hazretleri, Hazret-i Muâviye’nin hilâfetinde, Yezîd
bin Muâviye ile Bizans seferine katıldı. Eyyûb Sultân hazretleriyle
İstanbul surları önüne kadar gelip, Bizanslılar ile olan mücâdelede
bulundu.
Abdullah bin Ömer hazretleri, devlet kadrosunda vazîfe almaktan uzak
durdu. Babası Hazret-i Ömer, şehâdetinden önce yerine oğlunu
göstermesini isteyenlere buyurmuştu ki:
- Bir evden bir kurban yeter.
Seçilmemek şartıyla Hazret-i Osman’ı halîfe seçen şûrâ üyeliğinde
bulundu.
Hazret-i Osman’ın şehâdetinden sonra, Hazret-i Ömer’in oğlu olması,
ilmî mertebesinin yüksekliği ve savaşlardaki kahramanlığı ileri
sürülerek, halîfe olması istendiyse de kabûl etmedi. Hazret-i Ali’ye
bî’at etti. Fakat, iç hâdiselere karışmadı.
“Cihâd, İslâm ülkesinde, Müslümanlar arasında olmaz. Cihâd, kâfirlere
ve gayrı müslim memleketine karşıdır” buyururdu.
Abdullah bin Ömer, Resûlullahı görme, sohbetinde bulunma, Ona hizmet
etme şerefine kavuşma ve fıtraten üstün hâllere sahip olması sebebiyle,
bütün ilimlerde mâhir, üstâd idi.
İlmi, harâm ve şüphelilerden sakınması ve dünyaya düşkün olmaması
yönleri ile örnek durumdaydı. Her işte çok araştırıcı, inceleyici ve
dikkatliydi.
Kur’ân-ı kerîmin tefsîri husûsunda sahâbenin ileri gelenlerinden idi.
Helâle ve harâma âit hadîs-i şerîflerin çoğunu o bildirmiştir.
İşittiği hadîs-i şerîfleri yazar, gerek duymadıkça hadîs-i şerîf
rivâyet etmezdi.
Resûlullaha çok benzerdi
İbni Ömer hazretleri, ekseriyâ Resûlullah efendimizin
hizmetinde ve huzurunda bulunurdu. Bulunmadığı zamanlarda, Onun söz,
fiil ve takrîrini sorar, araştırırdı.
Anlıyamadığında, bizzat Resûl-i ekremden öğrenir, bildiğini öğretmekten
zevk duyardı.
Medîne-i münevverede ders meclisi kurup, hadîs-i şerîf öğretti. Ayrıca
hac mevsiminde de dünyanın her yerinden gelen ilim ve hak âşıklarına
hadîs-i şerîf rivâyetinde bulundu.
Hazret-i Âişe buyurdu ki:
- Hâl ve hareketinde Resûlullaha en çok benzeyenlerden biri de İbni
Ömer idi.
Abdullah bin Ömer hazretleri, fıkıh ilminde de kemâl derecesinde idi.
Fetvâ husûsunda çok titiz idi. Birçok mes'eleye, "Bilmiyorum" diye
cevap verirdi. Fetvâları çok kıymetlidir. İmâm-ı Mâlik onun hakkında
buyuruyor ki:
Abdullah bin Ömer, Peygamberimizden sonra hac mevsiminde ve başka
zamanlarda, insanlara altmış sene fetvâ vermiştir.
Abâdile-i erbea
Hadîs ve fıkıh âlimleri arasında Abdullah bin Ömer, Abdullah
bin Abbâs, Abdullah bin Zübeyr ile Abdullah bin Amr bin Âs'a Abâdile-i
erbea, ya'nî dört Abdullah ünvânı verilmiştir. Bu dört zât, bir
mes'elede ittifâk edince, "Abâdile'nin kavli" denilir. Ancak fıkıh
kitaplarında, Abâdile denilince, ekseriyâ İbni Mes'ûd, İbni Abbâs ve
İbni Ömer hazretleri kasdedilir.
Tâbiînin büyüklerinden Nâfi', Abdullah bin Ömer'in azâdlısıdır. Onu,
onbin dirheme satın aldıktan sonra buyurdu ki:
- Seni Allah rızâsı için azâd ettim.
Çok cömert, halîm ve selîm idi. Köle ve câriyelerinden hangisini Allahü
teâlâya ibâdet ederken görse, onu azâd etmek âdeti idi. Kölelerinin
böyle görünerek kendisini aldattıklarını söylediklerinde buyurdu ki:
- Hayır için aldanmaktan iyi şey var mıdır?
İmâm-ı Nâfi', efendisi ile ilgili olarak buyurdu ki:
- Abdullah bin Ömer, bin kişi azâd etmeyince, rûhunu teslim etmedi.
Sevmeye başladığı bir şeyi Allah rızâsı için, ihtiyâcı olana verirdi.
Böylece, Allahü teâlânın; "Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe,
iyiliğe kavuşamazsınız!" (Âl-i İmrân sûresi: 92) meâlindeki âyet-i
celîlesiyle amel ederdi.
Zamanın zenginlerinden Abdülazîz bin Hârûn, "Her ne ihtiyâcın varsa
bana bildir" diye Abdullah bin Ömer'e mektup yazmıştı. Karşılık olarak
şöyle mektup yazdı:
Resûlullahtan, "Önce geçindirmekle yükümlü olduğun kişilere ver;
yüksek el, alçak elden hayırlıdır!" buyurduklarını işittim. Yüksek
elin veren el, alçak elin de alan el olduğunu sanıyorum. Senden hiçbir
isteğim yoktur. Allahü teâlânın bana gönderdiği bir ni'meti de geri
çevirmem.
İhlâs sûresi
Abdullah bin Ömer hazretleri, Cum'a namazına gitmeden önce
mutlaka gusleder ve güzel kokular sürünürdü. Bayram namazları için de
aynı şeyi yapardı. Günde iki defa güzel koku sürünür, elbiselerinin
tertemiz ve kokusunun güzel olmasına dâimâ dikkat ederdi.
Abdullah bin Ömer'in oğlu Hâlid'in azâd ettiği Ebû Gâlib diyor ki:
"Abdullah bin Ömer Mekke'ye geldiği zaman, bize misâfir olurdu.
Geceleri kalkar, teheccüd namazı kılardı. Bir gece sabah namazı
yaklaştığı zaman, bana dedi ki:
- Kalkıp namaz kılmayacak mısın? Kur'ân-ı kerîmin üçte birini okusan da
olur.
Benim, "Sabah yaklaştı ve bu kadar kısa zamanda Kur'ân-ı kerîmin üçte
birini okuyup yetiştiremem" cevabım üzerine buyurdu ki:
- İhlâs sûresi, Kur'ân-ı kerîmin üçte birine eşittir.
Biri Abdullah bin Ömer hazretlerine, “Ey insanların en iyisi” deyince
buyurdu ki:
- Ben insanların en iyisi değilim. İnsanların en iyisinin oğlu da
değilim. Ben sâdece Allahü teâlânın bir kuluyum. O’nun rızâsını bekler,
O’ndan korkarım. Siz böyle övmeye devam ederseniz, insanı helâk
edersiniz.
Namazlarını aksatanlar
Âdem bin Ali’den rivâyet edildiğine göre, Abdullah bin Ömer bir
sohbetinde, “Kıyâmet gününde aksaklar diye çağrılacak kişiler vardır”
dedi. Cemaat, “Aksaklar kimlerdir” diye sorunca şöyle cevap verdi:
- Sağa-sola bakmak ve ba’zı hareketler yapmak sûretiyle namazlarını
eksilten ve aksatan kimselerdir.
İbni Ömer birinin zâlim Haccâc’ın aleyhinde konuştuğunu duydu ve
kendisine sordu:
- Haccâc burada olsa, böyle konuşabilir miydin?
- Hayır konuşamazdım.
- İşte biz, Resûl-i ekrem zamanında, bunu münâfıklık sayardık.
Abdullah bin Ömer hazretleri, birçok sohbetlerinde buyurdu ki:
“Ey Âdemoğlu! Bedeninle dünyada ol, kalbinle âhıreti bul!”
“Hikmet ondur; dokuzu sükût, biri de az konuşmaktır.”
“İnsanın mâhiyeti arkadaşından anlaşılır.”
“Kendinden üsttekine hased, aşağıdakine tahakküm eden ilim ehli
sayılmaz.”
“Peygamber efendimize yaptığım bî’atı, bugüne kadar bozmadım ve
değiştirmedim. Fitne ve kargaşalığa taraftar olan kişiye de bî’at
etmedim.
Hiçbir Müslümanı rahat döşeğinden uyandırmadım, rahatsız etmedim.”
“Allah için sev, Allah için buğzet, Allah için dost ol, yine Allah için
düşmanlık et! Allahü teâlânın sevgisine bu şekilde kavuşulur.”
“Biz öyle zamanlar gördük ki, hiç kimse Müslüman kardeşinden daha çok
paraya, pula sahip olmayı düşünmedi. Şimdi ise, altın ve gümüş daha
kıymetli gelmeye başladı.”
“Allah korkusundan dolayı bir damla yaş akıtmak, benim için, bin altın
sadaka vermekten daha sevimlidir.”
“İnsan, imkânı kadar iyilik etmeli, her zaman tatlı konuşmalı ve
güleryüzlü olmalıdır.”
Allah için sev!
Peygamber efendimiz Abdullah bin Ömer’e bir nasîhatında buyurdu ki:
- Allah için sev, Allah için darıl, Allah için anlaş! Velîlik
mertebesini ancak bununla elde edebilirsin. Namazı ve orucu çok olsa
bile, bu minvâl üzere olmayan kişi, îmânın tadını alamaz.
Sabaha çıktığın vakit akşama çıkacağını düşünme, akşama
çıktığın vakit de sabahlayacağını hâtırına getirme! Hayatından ölümün
ve sıhhatinden hastalığın için ayır! Ey Abdullah! Yarın adının ne
olacağını bilemezsin!
Abdullah bin Ömer’in künyesi Ebû Abdurrahmân’dır. Müslümanların
gözbebeği Hazret-i Ömer’in oğludur. Mekke-i mükerremede hicretten
ondört sene önce doğup, aynı yerde 692 yılında vefât etti. Kabri,
Muhasseb’dedir