Uhud şehitlerinden.
Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Uhud harbinde Hazret-i Abdullah bin
Cahş'la arasında geçen konuşmayı şöyle anlattı:
"Uhud’da, savaşın çok şiddetli devam ettiği bir andı. Abdullah bin Cahş
yanıma sokuldu, elimden tuttu ve beni bir kayanın dibine çekti. Bana
şunları söyledi:
- Şimdi burada sen duâ et, ben "âmin" diyeyim. Sonra ben duâ
edeyim, sen de "âmin" de!
Kıyasıya vuruşayım
Ben de, "Peki!.." dedim ve şöyle duâ ettim:
- Allahım, bana çok kuvvetli ve çetin kâfirleri gönder. Onlarla
kıyasıya vuruşayım. Hepsini öldüreyim. Gâzi olarak, geri döneyim.
Abdullah bin Cahş benim yaptığım bu duâya, bütün kalbiyle "âmin" dedi.
Sonra kendisi şöyle duâ etmeye başladı:
- Allahım, bana zorlu kâfirler gönder, kıyasıya onlarla vuruşayım.
Cihâdın hakkını vereyim. Hepsini öldüreyim.
En sonunda bir tanesi de beni şehit etsin.
Gönlüm böyle bir duâya "âmin" demek arzu etmiyordu. Fakat, o istediği
ve önceden söz verdiğim için mecbûren "âmin" dedim.
Kılıcı kırıldı
Daha sonra, kılıçlarımızı çektik, savaşa devam ettik. İkimiz
de önümüze geleni öldürüyorduk.
O, son derece bahadırâne harbediyor, düşman saflarını tarumar ediyordu.
Düşmana hamle üstüne hamle ediyor, şehit olmak için derin bir iştiyakla
hücûmlarını tazeliyordu.
"Allah Allah!.." diye çarpışırken kılıcı kırıldı. O anda
sevgili Peygamberimiz, ona bir hurma dalı uzatarak, savaşa devam
etmesini buyurdu.
Bu dal bir mu’cize olarak kılıç oldu ve önüne geleni kesmeye başladı.
Birçok düşmanı öldürdü."
[Daha sonra bu kılıç, vârisleri elinde uzun seneler kaldı. En son bir
Türk kumandanı, iki yüz altına bunu satın almıştır.]
Savaşın sonuna doğru Abdullah bin Cahş, Ebûl Hakem isminde bir müşrikin
attığı oklarla arzu ettiği şehâdete kavuştu.
Şehit olunca, kâfirler, bu mübârek şehitin cesedine hücûm ederek
burnunu, dudaklarını ve kulaklarını kestiler. Her tarafı kana boyandı.
Muharebe bittikten sonra, Abdullah bin Cahş’ı şehit edilmiş bulan
Hazret-i Sa’d, durumu ve onun yaptığı duâyı Peygamber efendimize
anlattı.
Resûlullah efendimiz de, onun duâsının kabûl edildiğini ve bu dünyada
istediğine kavuştuğunu, âhırette de istediğine kavuşacağının
anlaşıldığını bildirdi.
Hazret-i Abdullah bin Cahş’ı ve dayısı "Seyyidüşşühedâ" ya’nî,
"Şehitlerin efendisi" Hazret-i Hamza’yı aynı kabre defnettiler.
Abdullah bin Cahş hazretleri, Resûlullahın halası Ümeyme ile Cahş’ın
oğludur. Zevcât-ı tâhirâttan Zeyneb binti Cahş’ın kardeşidir.
Habeşistan'a iki kere hicret etti. Birkaç kere ordu kumandanı
yapıldı.Hazret-i Ebû Bekir’in vasıtasıyla, kelime-i şehâdet getirerek,
ilk Müslümanlardan olmak şerefine kavuştu.
En çok katlananınızdır
Abdullah bin Cahş hazretleri, İslâmiyeti heyecanla yaşayan
zâtlardandı. İlk Müslüman olduğu yıllarda, kâfirler kendisine her türlü
ezâ ve cefâyı yapmışlardı. Hepsine de îmânının verdiği güç ile mukabele
etmiş, ezâ ve cefâlara katlanmıştır. Peygamber efendimiz, kendisi için
buyurmuştur ki:
- Açlığa ve susuzluğa en çok dayanan ve katlananınızdır.
Resûlullah efendimizin şehitler için verdiği müjdeleri duyarak, hep
şehit olmaya can atar, harplerde hep en önde kahramanca çarpışırdı.
Peygamber efendimiz hicretin ikinci senesinde, Nahle’de, Kureyş
müşriklerini gözetlemek üzere, ilk önce Ebû Ubeyde bin Cerrâh’ı
göndermek istemişti. Hazret-i Ebû Ubeyde, Peygamber efendimizden
ayrılmaya dayanamıyarak ağlamaya başladı. Bunun üzerine Peygamberimiz,
onu göndermekten vazgeçti. Hazret-i Abdullah bin Cahş der ki:
"O gün Resûlullah aleyhisselâm, yatsı namazını kılınca bana buyurdu ki:
- Sabahleyin yanıma gel! Silahın da yanında bulunsun! Seni bir
tarafa göndereceğim.
Sabah olunca mescide gittim. Kılıcım, yayım, ok ve çantam üzerimde,
kalkanım da yanımda idi. Resûlullah efendimiz, sabah namazını
kıldırdıktan sonra, muhâcirlerden benimle birlikte gidecek birkaç kişi
buldu. Bir mektup vererek buyurdu ki:
- Seni bu kişilerin üzerine kumandan tayin ettim. Git! İki
gece yol aldıktan sonra, mektubu aç! Orada yazılanlara göre hareket et!
- Yâ Resûlallah! Hangi tarafa gideyim?
- Necdiye yolunu tut! Rekiye’ye, kuyuya yönel!"
Abdullah bin Cahş hazretleri, Nahle seferine görevlendirildiği zaman,
ilk defa "Emîr-ül-mü’minîn" sıfatı verildi. Böylece, İslâmda ilk tayin
olunan "emîr" oldu. Mücâhidlerin, iki kişisi için bir develeri vardı.
Kimseyi zorlama!
Sekiz veya oniki kişilik bir birlik ile iki gün sonra Melel mevkiine
vardıklarında, mektubu açtı. Mektupta şunlar yazılıydı:
Bismillâhirrahmânirrahîm. Bu mektubu gözden geçirdiğin zaman,
Mekke ile Tâif arasındaki Nahle vâdisine ininceye kadar, Allahü
teâlânın ismi ve bereketiyle yürüyüp gidersin.
Arkadaşlarından hiçbirini, seninle birlikte gitmeye
zorlamayasın! Nahle vâdisindeki Kureyşlileri, Kureyşlilerin kervanını
gözetleyip denetleyesin! Onların haberlerini bize bildiresin!
Emîr-ül-mü’minîn Hazret-i Abdullah bin Cahş, Peygamberimizin mektubunu
okuduktan sonra, "Bizler Allahü teâlânın kullarıyız ve hep O’na
döneceğiz. İşittim ve itâat ettim. Allahü teâlânın ve sevgili Resûlünün
emrini yerine getireceğim" diyerek mektubu öpüp, başına koydu. Sonra
arkadaşlarına dönerek dedi ki:
- Hanginiz şehit olmayı istiyor ve özlüyorsa, benimle
gelsin! Gelmek istemeyen dönüp gidebilir, hiçbirinizi zorlayıcı
değilim. Gelmezseniz, ben tek başıma gidip, Resûl aleyhisselâmın emrini
yerine getireceğim.
Biz de işittik
Arkadaşları hep birden cevap verdiler:
- Biz de, işittik. Allahü teâlâya, Peygamber efendimize ve sana itâat
edicileriz. Nereye istersen, Allahü teâlânın bereketi ile yürü.
Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretlerinin de bulunduğu küçük ordu ile Hicâz’a
doğru yol aldılar ve Nahle’ye geldiler. Bir yere gizlendiler. Oradan
gelip geçen Kureyşîleri gözetlemeye başladılar.
Bu sırada bir Kureyş kâfilesi geçti. Develer yüklü idi. Mücâhidler,
Kureyş kâfilesine yaklaşarak, onları İslâma da’vet ettiler. Kabûl
etmeyince, çarpışma başladı. Çarpışma sonunda, birini öldürdüler,
ikisini esir aldılar. Biri de atlı olduğu için ona yetişemediler.
Kâfirlerin bütün malı mücâhidlere kaldı.
Hazret-i Abdullah bin Cahş, bu ganimet mallarının beşte birini
Resûlullah efendimize ayırdı. Bu ganimet, Müslümanların aldıkları ilk
ganimetti. Bu beşte bir hisse de, ilk ayrılan beşte bir idi. İlk
öldürülen müşrik ve alınan esirler de, bu Nahle seferindeydi. Daha
henüz ganimetle ilgili âyet-i kerîmeler gelmemişti.
Bundan sonra Bedir gazâsı oldu. Alınan esirler için, Resûlullah
efendimiz, Hazret-i Ebû Bekir, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Abdullah bin
Cahş’a danıştı. Hicretin üçüncü senesinde yapılan Uhud harbinde büyük
kahramanlıklar gösterdi. Hazret-i Abdullah bin Cahş yiğitliğin
sembolüydü.
En çok özlediği
Abdullah bin Cahş, Peygamberimize çok bağlı idi. Resûlullah
efendimiz, onu emîr tayin ettiği vakit, kendisine sormuştu:
- Ey Abdullah! Dünyada en çok arzu ettiğin, özlediğin nedir?
Bunun üzerine, "Allah ve Resûlüne muhabbettir" diye arzetmişti.
Hazret-i Abdullah orta boylu, çok yakışıklı bir zât idi. Peygamber
efendimizi pek ziyâde severdi. Bu muhabbet uğrunda canını fedâdan
çekinmemiş, Uhud harbinde en büyük kahramanlığı göstererek, Allahü
teâlânın rızâsı uğrunda şehâdet şerbetini içmiştir.
Eshâb-i kirâm arasında lâkabı, "El Mücâhidü fillah", ya’nî "Allah
yolunun fedâisi" idi. Şehit olduğunda 40 yaşlarında idi. Allah yolunda
Habeşistan’a yapılan ikinci hicretten sonra, âilece Medîne’ye hicret
etmişti. Medîne’ye hicret edince, Asım bin Sâbit ile kardeş oldu